Yazılar

Prematüre Babası Olmak?

Zor değil mi canının parçasını içeride bırakıp kapıda ondan gelecek iyi bir
haber beklemek…

Önce eşimi aldılar ameliyathaneye, geldiler yanıma mavi önlük getirdiler
bana bir de terlik. Giyerken dizlerimde hafif bir titreme, yüreğimde
endişe…

Sonra bir bekleme odasına aldılar beni. Eşimin ameliyat hazırlıkları devam
ederken ben boynumda bir kamera, ellerim dizlerimin titremesini durdurmaya
çalışmakla meşgul.

Ne kadar uzun sürdü o 5-10 dakika tahmin edilemez. Bekliyorum bekliyorum
bekliyorum…

Geldi bir bıyıkları beyazlarla donanmış ameliyathane sorumlusu. Önce bir
kaç talimat sonra buyurun girebilirsiniz dedi.

Eşim beni soruyor ben ameliyathaneye koşar adım gidiyorum. Bir tabure
üstünde dizleri titreyerek oturan ben. Eşimin elini tutuyorum ve artık kalp
durma noktasına doğru tırmanışta. .

Bir an bir ağlama sesi geliyor, sonra feryat figan bir ağlama… Evet Ayşe
Mila bu. Doktor gülüyor, eşim endişeli gözlerle bana bakıyor. Hemşire kız
bağırma diye kızıma takılıyor. Ameliyathanede gülüşmeler ve Ayşe kızın
ağlaması.

Korkarak ve heyecan ile bakıyorum kızıma. Sağlık kontrolü yapıldıktan sonra
sarıp sarmalanıyor Minnoş. Sonra annesinin yanına gelip nefes oluyor, can
veriyor, huzur veriyor. Koşar adım kuvöze ve ardından yoğun bakım
ünitesine.

Üstümdeki ameliyat önlüklerini çıkarmak için girdiğim odada bana yardımcı
olan bir amca. İyi misin diyor. İyi miyim? Yüzüm kireç rengi, dizlerimde
titreme yerini artık zangırdamaya bırakmış. İyi miyim? Ne önemi var ki şu
an. Önemli olan eşim iyi mi ve bebeğimiz ne durumda?

Ameliyathaneden çıkınca kapıda annem, eşimin annesi ve kardeşi… İlk bir
afallıyorum. Sonra annemin sarılması ile emin ellerde kendimi gözyaşlarına
bırakıp içimdeki endişeyi dışarı atıyorum…

Sanırım artık kızımı görme vakti. Ya annesi çıkınca elini tutamaz isem…

İşte böyle başladı benim baba olma hikâyem. Önce korkuyorsunuz, sonra yavaş
yavaş alışıyorsunuz prematüre bir bebeğin ebeveyni olmaya.
Baba olarak benim yapmam gerekenler vardı. Bir yandan çocuğum için endişe
ederken diğer yandan annesi için ayakta durmam ve ona destek olmam
gerekliydi.

Nitekim öyle de yaptım. Her zaman başka bir köşe buldum ağlamak ve içimi
dökmek için. Eşimin yanına geldiğimde ise dik durmak ve de ona destek olmak
için çabaladım. Yanlışlarımla, doğrularımla babalık yapmaya başladım.

Tamam başladım ama ne idi baba olmak ?

Nasıl yapacaktım ben bilmediğim bir dünyada. Bu bilinmezlikler ile ilk
tanışan ben miydim ki bu kadar telaş ediyorum diye düşündüm sonra. Yolda
öğrenecektim her baba gibi. Yanlışlarımla, doğrularımla bir ebeveyn olmaya
çalışacaktım.

Tam tamına 50 gün. Koskoca 50 gün bekledik kızımızın eve gelmesini. Ben
olmasam da annesi her gün gitti yanına. Ona güç verdik, mücadele azmi
verdik. En önemlisi Umut verdik.

Umudumuz ışık oldu ve Ayşe Mila’mız evine geldi.

Bugüne kadar hep Yeni Doğan Yoğun Bakım ünitesinde gördüğümüz kızımız artık
evimizde idi.

Hiç unutmam o ilk geceyi. Başından ayrılamadık. Gece boyu nefes kontrolü
yaptık. Bu kontroller biz alışıncaya kadar da devam etti.

Peki ben ev sürecinde nasıl baba oldum?

Ayşecik ile ilgilenmek benim için hep özel zamanlar oldu. Zorla değil,
isteyerek yanında oldum hep.

Yorulmadım mı? Çok yorulduğum zamanlar oldu. Uykusuz kaldığım günler oldu.
Ancak sorumluluğum vardı. Sorumluluktan öte geçirdiğim özel anlar vardı. Bu
neden ile hep evde olduğum zaman diliminde kızımla ilgilenmek benim için
özel zamanlar oldu.

Şimdilerde doğrularımla, yanlışlarımla öğrenmeye devam eden taze bir
babayım.

Son olarak bir kuvöz anısı ile bitiriyorum ve zaman ayırıp okuyan herkese
teşekkür ediyorum.

Bir prematüre baba anısı…

Yoğun bakım ünitesinin kapısına geldik, bu sefer önce camdan bakmak
istedik. Camdan baktığımızda bebeğimiz sessizce uyuyordu. Hemşire bizi
gördü ve gülümsedi. Buyrun işareti yaptı başını hafif öne eğerek…

İçeri girdik ve prosedür olan el yıkama, önlük giyme ve sterilize olma
sonrası bebeğimize doğru yüzümüzde tebessüm ile yürüdük.

Hemşire kuvözün kapağını açtı ve bebeğimiz ile aramızdaki cam kalktı gitti.

Kanguru bakımına geçeceğiz dediler. Eşim hazırlanmaya gitti tekrar. Bana
baktı hemşire ve kucağınıza almak ister misiniz dedi.

Nasıl yani o minik bedeni kucağımda mı tutacaktım ben. Oturdum sandalyeye
ve hemşirenin kızımızı alıp kucağıma vermesini bekledim.

Uzattı ellerini, aldı minik Ayşe Mila’yı. Kucağıma bıraktı ve ellerime
pozisyon verdi.

Kucağımdaydı artık… minik elleri, ayakları ve kocaman mücadeleci kalbi
ile…

Kalbim yerinden mi çıkacak acaba… Bu nasıl bir heyecan, bu nasıl müthiş
bir duygu…

Baba olmak…

@bankadabirbaba

Prematüre Babası

Çocuğun Sanat Eğitimi

Çocuklar büyürken genetik faktörler mi daha baskın yoksa çevresel etkenler mi? Yıllardır tartışılan bu sorunun halen net bir cevabı olmasa da genler ve çevre birbirinden bağımsız düşünülemez.

Çocuğun Gelişiminde Arkadaşın Önemi

Bence sosyal çevrenin etkileri, çocuklar büyüdükçe kendini daha çok göstermeye başlıyor. Anne veya bakım verenden ayrışmanın en belirgin olduğu anaokulu ve ilkokul yılları, sosyal çevrenin de çocuk üzerinde etkisini iyiden iyiye hissettirdiği bir dönem. “Çevrenizdeki en yakın 5 insanın ortalaması kadarsınız” lafına çok inanıyorum. Bu yüzden özellikle çocuklukta arkadaş çevresi çok önemli. Arkadaş çevresini de öncelikle hangi okulda okudukları ve nerede oturduğunuz belirliyor.

Yetenek gelişiminde çevrenin önemi

Kızım Derin bu yıl 6 yaşına girdi. Her zaman sanatsal faaliyetlere, masa başı aktivitelere, kesip, biçip, boyamaya meraklı bir çocuktu. Ancak onun sanata olan ilgisini anaokulu öğretmenlerinin de gözlemleriyle iyice fark ettik. Evet sanata meyilli bir çocuktu ancak başta anneannesi ressam olmasa, sonra da gittiği okul bu kadar desteklemese bunu fark eder miydik bilmiyorum.

Ailecek Gezimiz

Yetenek gelişiminde ailenin önemi

Yıl boyunca her ay, farklı bir ülke ve sanatçıyı işlediler. Derin’in sanata ve resme olan yakınlığını fark ettikçe, biz de destekledik ve kısa zamanda ev sanat kitapları ile dolup taştı. Dünya sanatçılarını okuduk, eserlerini inceledik, biz de onunla birlikte yeniden öğrendik. Öğrendiği yerli/yabancı sanatçıları bize hep büyük bir ilgi ve hayranlıkla anlattı ve Gaudi ile Van Gogh’un yaşadığı yerleri görmek istediğini söyleyip durdu. Babası ile bayram tatili için bir gezi planı yaptık. Tam anlamıyla bir sanat turu idi. Önce Barcelona’ya gidip, Gaudi, Picasso ve Dali’nin müze ve evlerini gezecek, ardından Fransa’ya geçerek, Van Gogh’un yaşadığı yerleri keşfedecektik. Biraz iddialı bir programdı. 6 yaşındaki bir çocuk için fazla ağır olduğunu, anne/babası olarak bir hevesle gaza geldiğimizi düşündüm. Ancak Derin beni utandırdı. Tüm gezi boyunca her bir müzeyi merakla inceleyip, sorular sordu. Benden daha çok ilgilendi diyebilirim. Dali’nin karısına aşkını, Van Gogh’un bir hastane odasında tek başına neler düşünmüş olabileceğini konuştuk. Elbette yoruldu, zaman zaman sıkıldı, huysuzlandı. Ancak hangimiz yapmıyoruz ki?

Sanat Gezimizden Bir Kare

Sanatta Başarılı Olan Çocuk

Yakın zamanda tanıştığım, Dünyanın En İyi Öğretmeni seçilen Andria Zafirakou, “Aileler çocukları hep matematikte, fizikte başarılı olsun istiyor. Ama şunun farkında değiller ki, sanatla ilgilenen ve sanatta başarılı olan çocuk, her şeyde başarılı olur!” demişti. Sanat, farklılıklara saygı göstermek, görünenin ötesini görmek, hayal etmek, hoşgörülü olmak için harikulade bir araç. Yaratıcılığı geliştiriyor, dünyanın aslında ne kadar büyük olduğunu, düşünmenin, öğrenmenin sonu olmadığını fark ettiriyor. Ruhu dinlendiriyor, ifadeyi güçlendiriyor. Sanatı küçümsemeyip, çocuklarımızı erken yaşta daha çok sanatsal aktivite ile buluşturmalıyız.

Sayesinde yaptığımız bu gezi sonrası, çevresel etkenlerin çocuk gelişimindeki önemini tekrar düşündüm. Geniş ailenin, arkadaşların, okulun çocuğun gelişimini hangi alanlarda desteklediği çok önemli. Bazen bu sayede çocuğunuzu daha iyi tanıyor ve hangi alanlara ilgili ve hangi alanlarda yetenekli olduğunu keşfedebiliyorsunuz. Bu da özellikle kişiliğin kemikleştiği ve meslek seçiminin yapıldığı ergenlik dönemi için büyük avantaj!

Unutmayın; sanatta başarılı olan çocuk, her şeyde başarılı olur!

Zeynep İSMAN

Bilinçle Yönetilen Hastalık: TİP1 DİYABET

Tip1 Diyabetli Kızımızla Öykümüz

Merhaba, ben Rina, 43 yaşındayım; 13 yaşında Tip1 diyabetli bir çocuk annesiyim.
Bir süredir yazıyorum; hikayemizi, deneyimlerimizi yazıyor hem kendime hem de yeni teşhis almış diyabetli çocuk annelerine yeni bir pencere açmaya çalışıyorum.

Tip1 Diyabet Tanısı

Kızımız Nitsa 2 yaşındayken aldı Tip1 diyabet teşhisini. O günden beri hayatımızın bir parçası olarak bizimle beraber nazlı arkadaşımız…işte hikayemizin başlangıcı….
20 Temmuz 2008 Pazar günü…. Kızımız Nitsa henüz 2 yaşını yeni doldurmuştu…. Nitsa’ya diyabet teşhisi koyulduğu o gün, benim, eşimin, tüm aile fertlerinin ve en çok da Nitsa’nın tüm hayatı birdenbire değişiverdi…. Amerikan Hastanesinin acil servisinde, ufak tefek kara gözlü doktor hanımın sesi hala kulağımdadır…. Kızımızın kan şekerinin 536 ölçüldüğü, Tip 1 diyabet olduğu ve ömür boyu insülin iğneleri ile yaşaması gerektiğini söylemesi, işte o anı asla unutmadım…
Aradan koskoca 11 yıl geçti. Ne mi oldu, çok şey…Hayır artık o kadar karamsar değilim.

Çocuklarda Diyabet

“Diyabet” denildiğinde ben de herkes gibi bunu yaşlılarda olan nam-ı değer “şeker hastalığı” sanırdım… Biz diyabet yakınları ve diyabetliler “şeker hastalığı” lafından hiç hoşlanmayız. Diyabet bizim için artık bir hastalık değil, birlikte yaşamasını öğrendiğimiz bir arkadaş gibidir. Ben de, Diyabet hastalığının 2 türü olduğunu ve çocukluk çağında da Tip 1 olarak ortaya çıkabileceğini işte o gün öğrendim…
Tıpkı diğer aileler gibi bizim de dünyamız karadı…”Neden biz ?” diye kendimize sorup dururken, bir yandan da var gücümüzle yeni duruma adapte olmaya çalışıyorduk. Yaklaşık 10 günlük hastane tedavisi ardından, insülinlerimiz, glukometremiz ve Tip1 diyabetimizle baş başaydık.

Tip1 Diyabet ile Yaşamak

Yıllardır çalışan bir kadın olarak öncelikle işime ara verdim. Ne mi hissettim? Berbat…İlk aylar biraz isyan, biraz karamsarlık, çokça da kendimi dış dünyaya kapatmakla geçti. Çok sevdiğim dostlarımın telefonlarını açamaz oldum. Kimseyle konuşamaz derdimi anlatamaz oldum…Kimsenin beni anlayamayacağını düşündüm, umutsuzdum. Beni en çok yaralayan ise bize her yerde acıyarak bakan gözlerdi…
Ah ne yazık, daha çok küçük, vah vah vah… işte bu cümleleri duymamak için kendimi dış dünyaya kapattım…
Sonra biraz sosyal medya biraz da o dönemde bize çok emeği geçen sevgili diyetisyenimiz ve sevgili doktorlarımız sayesinde, aslında yalnız olmadığımızı bizimki gibi yüzlerce, hatta dünyada binlerce Diyabetli çocuk olduğunun farkına vardım. Bu ruh halimin ne bana ne de sevgili yavruma bir faydası yoktu. Toparlanman lazım dedim kendi kendime…
Karbonhidrat sayımı ve insülin uygulamalarını biraz yoluna koyduktan sonra Nitsa ile gündüzleri ilgilenecek birini bulmakla işe başladık. Bir süre sonra da işime geri döndüm. Bu noktadan sonra sanki hayatımız normalleşmeye başladı. Bu süreçte ailemizin, özellikle büyükannelerin ve sevgili dostlarımızın rolü büyüktür. Tabii diyabet teşhisinden tam 4 yıl sonra gelen evimizin neşesi oğlumuz afacan Ronen’i de unutmamak gerekir….

Rina çocukları Nitsa ve Ronen ile birlikte


İnsülin dozları, karbonhidrat sayımları derken, fark ettiğimiz en önemli şey diyabette sürekli öğrenmemiz, kendimizi geliştirmemiz gerektiği oldu. Kızımız çok küçüktü… biz okuyacak, , öğrenecek ve kızımıza faydalı olacaktık….

Tip1 Diyabette Bilinçli Aile Olmanın Önemi

İşte bu yüzden eğitimin özellikle de ailelerin eğitilip bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Unutmayalım ne kadar çok bilgi edinirsek, çocuklarımıza o kadar faydalı oluruz…diyabeti yok edemesek de iyi yöneterek onu yenebiliriz….
Günlük rutinimizde açlık ve tokluk kan şekeri ölçme, yediği öğünlerden sonra karbonhidratlarını sayarak insülin dozu uygulama artık son derece sıradanlaştı. Nitsa’cık bu işi o kadar normal kabul ediyordu ki, 3 yaşındayken bana “Anne senin pıtın nerde” diye sorardı….
Pıt, kan şekeri ölçümü için aramızda kullandığımız özel bir şifre

Diyabet Anneleri


Biz diyabet anneleri sanki 7/24 çalışan yapay pankreas gibiyizdir. Her an tetikte, her an gözümüz telefonda…..24 saat mesai yapan bir hemşire gibiyiz biz…..Her gece saat 3te çalan alarmımız, ya da biyolojik saatimiz vardır…Bazen karbonhidrat hesabını araba kullanırken bile yapabilen bir hesap makinesi oluruz, bazen besin değerlerini ezbere bilen karbonhidrat cetveliyizdir.

Hepimizde bir dijital tartı hassasiyetinde göz kararı vardır…Biz diyabet anneleri belki de özel bir donanımla geliyoruz bu dünyaya, yavrumuzu koruma içgüdüsüyle her şeye yetiyoruz, ya da yetmeye çalışıyoruz…
Biz diyabeti yenenlerdeniz. Nitsa bugün 13 yaşında, o çok bilinçli, kendini bilen, kendi diyabetini şimdiden yönetebilen bir genç kız.
Tabaklarca pasta yememesi haricinde diğer arkadaşlarından bir farkı olmadığını görüyor ve mutlulukla izliyorum. Hani soruyorlar ya bazen “çikolata yiyebiliyor mu! yazııık” evet yiyor meraklanmasın kimse.
Aktivite, oyun, spor, dans…diyabet bunların hiçbirine engel değil. Yeter ki doğru yönetelim, yeter ki bilinçli olalım. Yeter ki dışarı çıktığımızda insanlar bize acıyarak bakmasın, bizi umutsuzluğa sürüklemesin…

Rina DARSA
diyabetliannesi blog yazarı

Çocuklarla Seyahat Güzeldir

Ben Ceren : ) 39 yaşında 2 ve 7 yaşlarında 2 kız çocuğu annesiyim. Baba mesleği turizm olunca çocukluğumdan beri seyahatlerin göbeğinde büyüdüm ve çekirdekten yetiştim diyebilirim. Babam 45 senedir turizm işinde ve bizim aile şirketimiz olan ‘Güneş Turizm’’i 1980 yılında kurmuş. Ben ve kız kardeşim de başka bir sektör düşünmeden ona ortak olduk. Kendimizi bildiğimiz bileli turizm alanında çalışıyoruz, dünyayı geziyoruz ve de gezdiriyoruz.
İki çocuk sahibi ve gezmeyi seven bir turizmci olarak, neden çocuklu ailelere yönelik turlar da yapmıyoruz ki dedim ve ‘Çocuklu Turlar’ ortaya çıktı. Aslında biraz da ihtiyaçtan doğdu diyebilirim. Kendi çocuklarımla olan seyahatlerde, bir süre sonra en güzel yerde bile sıkılabildiklerini, ağlama krizleri ve kaprislere maruz kalabildiğimizi farkettim. Aslında çocuklar, başka çocuklarla beraberken çok mutlu. Eee; çocuk mutlu olunca anne-baba da mutlu.

Aile Turları

Çocukla seyahat denince genelde akla ilk olarak her şey dahil tatil köyleri geliyor nedense. Çocuklu Turlar’da bizim amacımız kültürel yurtiçi ve yurtdışı gezilerin ailecek deneyimlenmesini sağlamak. Biraz büyüklere, biraz çocuklara hitap ederek herkesin keyif alacağı, ufkunun açılacağı, farkına varmadan öğreneceğimiz, yeni dostlukların kurulacağı seyahatler planlıyoruz. Çocuklara farklı ülkeler hakkında kitaplar okumak, kültürleri anlatmak; hiçbir zaman deneyimleyip, gezip görmek kadar akılda kalıcı bir etki yaratmayacaktır. Ataturk’ü ise Anıtkabir veya Selanik Gezileri ile çok daha iyi şekilde tanıyacaklarına inanıyoruz…
Çocuklarla seyahati kolaylaştırabilmek için, kendi deneyimlerimden bazı önerileri aşağıda paylaşıyorum.

Çocuklarla Tatilin Zorlukları

Tabi ki her çocuk ve aile farklıdır, ancak yine de bazı noktaların faydalı olabileceğini umuyorum. Özellikle havalimanlarında güvenlik, pasaport, check-in vb işlemler yetişkinler için bile oldukça sıkıcı ve stresliyken, çocuklarla bu stresin katlanarak artması oldukça normal: ) Yolculuk boyunca onların sakince oturmasını ve sabırlı olmasını beklemek herhalde biraz ütopik olur. Çocuklar kaç yaşında olursa olsun özellikle kendi düzenlerinden çıktıkları zaman, farklı hareketler sergileyip dikkat çekmek isteyebiliyorlar. Tüm yorgunluğuna rağmen, çocuklarla gezmek çok güzel ve her şeye değer.

Çocuklarıyla Tatile Çıkacaklara Öneriler

* Öncelikle onun henüz bir çocuk olduğunu unutmamalı ve hatta arada kendimize hatırlatmalı. Bazen çocukları yetişkin yerine koyup fazla beklentiye girme hatasını hepimiz arada yapıyoruz sanki…
* Seyahat esnasında çocuğa sinirlendiğimiz, sabırsızlandığımız zamanlar olacağı kesin. O anda pozitif şeylere odaklanmaya çalışmalı, sakin olmanın yollarını aramalı, derin nefes almalı ve çocuğu biraz kendi haline bırakmalıyız. Biz ebeveynler ne zaman sinirli ve stresli olursak, çocuklarımız bunu sünger gibi çekiyor, o kesin. Demesi kolay da olsa, o an bunu yapmak bazen çok zor olabiliyor biliyorum, ama sürekli aklımıza getirmek işe yarıyor.

İzmir, Karaburun tatilimizden bir kare


* Seyahate çıkmadan önce, yaşına göre çocuğa yolculuk hakkında genel bilgiler verilmeli ki kendini biraz hazırlasın. Mesela gideceğimiz şehirlerin haritada yerlerini, hangi araçlara bineceğimizi, varsa başka çocuklarla tanışacağımızı, vs anlatmak çocuk için iyi oluyor. Hatta götüreceği oyun, kitap, vb. çantayı çocuğun kendi hazırlaması da güzel. Ayrıca uçakta güvenlik kurallarını, gezi programını, vb. bilgileri önceden paylaşmakta fayda var.
* Çocuklu seyahatte bavul hazırlamak da ustalık gerektirir. Yanımıza çok ağırlık yapmamalı, bol yedekli ve rahat kıyafet/ayakkabı almalıyız. Bir de uçak-otobüs içi hava sıcaklığı değişebileceğinden katlı giyinmekte fayda var. El çantamızda ıslak mendil, sakız, atıştırmalık, su, kitap, boyama kalemi, oyunlar, sticker, vb. bulundurmak her zaman işe yarıyor. Ayrıca çocuğun daha önceden görmediği ancak ona sürpriz olacak birkaç kırtasiye malzemesi, oyuncak, kitap, vb. seveceğini düşündüğümüz şeyleri çantanın gizli bir köşesine koymak da onu keyiflendirebilecektir. Gerçi bir süre sonra o da alışkanlığa dönüşüyor. Benim büyük kızım her seyahat öncesi sürpriz aktivite kitapları aldığımı tahmin edip çekmece karıştırıyor ama olsun, sürprizler her zaman güzel: )
* Seyahatlerde; akşam yatma saatini normale göre geciktirmek, abur cubur yemek, vb. bazı kuralları esnetip, eve dönünce kendi düzenimize rahatlıkla geri dönebiliriz. Ailenizle beraber sağlıklı ve unutulmaz anılar biriktireceğiniz bol seyahatli yıllar diliyorum. Hayat kısa ve anı yaşamak çok önemli. Çocuklarla zorlanır mıyım, yorulur mu, sıkılır mı diye düşünmeden gezmek, görmek lazım. Pişman olmayacağınız kesin: )
Sevgiler
Ceren SEĞMEN