Bebeklerle Tummy Time

Sevgili ebeveynler;

Ben Ceren Demir. Küçük kızımla birlikte onun gelişimine uygun aktiviteler
yapmayı çok seviyorum. Her gün veya her hafta yepyeni etkinlikler bulmaya
çalışıyorum. Sizlerle yaptığım etkinlikleri faydaları, amaçları, hedefleri
ile paylaşmak istedim.

Kızıma doğduğundan beri tummy time zamanları yapıyorum. Öncelikle tummy
time nedir? Diye sorarsanız; tummy time, “karın üstü zamanı”dır. Bebekler
karınlarının üzerinde yüzüstü yatırılır. Böylece bebek kaslarını
çalıştırarak gelişimine katkı sağlar.

Doğduğu andan itibaren karın üstü egzersizleri yapabilirsiniz. Ben
doğduğunda 3-4 saniye, 1. aydan itibaren 1 dakika, 3. aydan itibaren 5
dakikaya kadar yaptırmaya çalışıyorum. Gün içerisinde ilgisine göre bu
zamanları bölebilirsiniz.

Tummy time zamanında ne gibi etkinlikler yapabilirsiniz?

  • Kase içerisinde Oyuncak: Çocuğunuzu tummy time pozisyonuna getirin ve
    destek yastığı ile destekleyin. Önüne içerisine su konulmuş dikdörtgen
    kaseyi koyun. İçerisine sünger, oyuncak koyabilirsiniz. Onunla birlikte
    suya vurun, oyuncaklar oynayın (gelişimine göre 3. aydan itibaren)
  • Taze Baharatlar: Çocuğunuzun önüne içerisinde baharatların olduğu bir kase
    koyun. (Meyveler de koyabilirsiniz.) (3. aydan itibaren)
  • Işıklarla Oynayalım: Karanlık bir ortamda birkaç ağzı kapatılmış plastik
    kabın içerisine ışıklar koyun ve karanlık/loş ortamda birlikte oynayın.
    Gölgeler yaparak hikayeler anlatabilir, kaplara dokunması için onu teşvik
    edebilirsiniz (gelişimine göre 3. aydan itibaren)
  • Parmak Boya: Bir kağıdı alın. Üzerine parmak boyalardan sıkın/sürün.
    Kağıdı kilitli poşetin içerisine koyun. Kilitli poşeti zemine bant ile
    yapıştırın. Yastık ile desteklenen bebeğinizi kağıdın önüne koyun. Ayına
    göre beraber veya ona izin vererek boyaları kağıdın üzerinde yayın,
    karıştırın, değişik renkler ve şekiller yapın (gelişimine göre 3.-4. aydan
    itibaren)
  • Kitap: Bebeğiniz tummy time zamanında kalın karton kitaplarla
    eğlendirebilir, sayfalarını çevirmesine destek olarak gelişimine katkıda
    bulunabilirsiniz (gelişimine göre 6.-7. aydan itibaren)
  • Zeka Kartları: Önüne ve duvara zeka kartları koyarak ilgisini çekin.
    Kartları anlamlandırarak onlar hakkında konuşun. Bizim ilk kartımız; siyah
    beyaz yağmur idi. ”Bugün evden çıkarken şıpır şıpır yağmur yağmaya
    başlamış. Zeynep (kendi çocuğunuzun ismi) şemsiyesini unutmuş ve yapacağını
    bilememiş…” gibi.
  • Muffin Kapları: Muffin kabınızı (bitişik 6’lı veya 12’li) bebeğinizin
    önüne koyun. Yanlara ise onun tutabileceği boyutlarda şekiller koyun. Ayına
    göre desteğinizle şekilleri, objeleri kabın içerisine koymasını
    destekleyin.

Ceren Demir kimdir?

Haliç Üniversitesi Konservatuvar Tiyatro ve yüksek lisans Eğitim Yönetimi ve Denetimi mezunuyum. 2013 yılından beri okulların her seviyesinde drama, tiyatro, ingilizce drama, dramatik orff, dramatik mutfak branşlarında eğitim vermekteyim. Atatürk Üniversitesi Çocuk Gelişiminden mezun oldum. Şimdi okullarda eğitimlerime devam ederken Sufle Sanat adında sayfamı yönetmekteyim.

Muhteşem Bir Başarı Hikayesi: Edirne’den Kaliforniya’ya

Ben Muratcan Çiçek, 6 Kasım 1993 Edirne’de dünyaya gelmişim. Keşan’da yaşayan ailem, iki aylıkken Cerabrel Palsy olduğumu fark etmiş ve tedavim ve rehabilitasyonum için beni altı yaşıma kadar çeşitli şehirlere taşımış. Bu durum ailemi maddi ve manevi olarak yıpratmış olsa da hastalığımda belirli bir gelişme sağlandığını söyleyebilirim. Hâlen ağır engelli sayılsam da çocukken aldığım bu tedaviler sayesinde oturabiliyor, zor da olsa konuşabiliyorum. Eğitimime çok önem veren ailem 7 yaşıma geldiğimde devlet tarafından standart okullarda eğitim görebileceğime dair bir belge de almıştı. Ancak kayıt için başvuru yaptığımız okulun müdürü keyfi bir tutumla beni okula almamıştı. Bu ben ve ailem için oldukça üzücü bir durumdu. Annem o yıl kendi imkânlarıyla bana okumayı ve temel matematiği öğretti. Bana bolca kitap alıyor, bilgi seviyemi artırmaya çalıyordu. 9 yaşıma geldiğimde babamı akciğer kanseri nedeniyle kaybettim. Bu durum annemi dar bir gelirle hem bana bakmak hem de ailemizin bütün yükünü omuzlamak zorunda bıraktı.

Tüm olumsuzluklar arasında devlet, annemi tekrar okula yönlendirdi ve sonuç olarak reddedildiğim okula kaydolabildim. Bilgi seviyem yeterli olduğundan eğitimime üçüncü sınıftan başladım. Yine de yaşıtlarımdan iki sınıf alttaydım. Bu durum beni çok etkiledi ve o zaman kendi kendime bir günbaşarılarım ile ulusal medyada haber olacağıma dair biraz da çocukça bir hedef koydum. İki yıl sonra şehrimizde yapılan beş farklı seviye belirleme sınavında da birinci oldum ve yerel basına haber olarak Hedefimin ilk aşamasını gerçekleştirmiş oldum. İlerleyen yıllarda daha geniş çaplı sınavlara girip ulusal dereceler elde ettim ve bu başarımdan ötürü ulusal televizyon kanallarında haberim yapıldı. Nihayet çocukluk Hedefime ulaşmıştım ancak bu yeterli değildi. Bir sonraki yıl liseye başladım, ikinci yılımda Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK)’ın düzenlediği Araştırma Projeleri Yarışması’nda tarih alanında derece elde ettim. Sonraki iki yılda aynı yarışmaya farklı dallarda katıldım. Bu sırada kendim için en uygun mesleği araştırıyordum. Engelim nedeniyle yapabildiği tek şey bilgisayar kullanmaktı. Ben de bilgisayar kullanarak üretebileceğim en yüksek değeri araştırdım ve yazılım üretebileceğimi düşündüm ve hemen kendimi C ve C++ dillerinde geliştirmeye başladım. O yıl yine TÜBİTAK’ın düzenlediği “Ulusal Bilgisayar Olimpiyatlarına” katıldım ancak ilgili kurum, sınav sırasında engelime uygun bir ortam sağlamadığı için ciddi bir başarısızlık aldım. Bu üzücü durum beni daha da kamçılamıştı.

O sırada lisede edebiyat ağırlık bir eğitim alırken bilgisayar mühendisi olmayı amaç edindim. Eğitim sistemimizde katılık yüzünden şansım imkânsıza yakındı. Neler yapabileceğimi düşünürken Özyeğin Üniversitesi’nin “Bilgisayar Oyun Atölyesi 5” isimli bir etkinlik düzenlediğini öğrendim. Başvuruda bulundum, binden fazla öğrenci arasında ilk yirmi beş kişiden biri olarak etkinliğe çağrıldım. Processing gibi hiç bilmediğim bir programlama dilinde 36 saat gibi kısa bir sürede oyun yazmam gerekiyordu. Pong türevi bir oyun yazarak yarışmayı ve aynı Üniversitede Bilgisayar Mühendisliği bursu kazandım. Ne var ki yine eğitim sistemimize takıldım, kazandığım bursu kullanabilmem için daha önce hiç görmediğim fen derslerinden sınava girmem gerekiyordu. İki ay gibi kısa bir sürede, kendi imkânlarımla dört yıllık fen müfredatına çalışıp sınava girdim. Sınav sırasında engelime uygun koşullar yine tam sağlanması için birçok devlet kurumunda günlerce mücadele verdim, ilk sınavda sorun yaşamama rağmen sınavlardan gerekli dereceyi elde ederek Özyeğin Üniversitesi’nin bilgisayar mühendisliği bölümün girme hakkı kazanmış oldum. Ülkemiz koşullarında engelli bir öğrencinin böylesi bir okul kazanması büyük bir başarıydı. Birçok ulusal kanal bu başarımı haberlerine taşıdı ve ülkemizi en çok okunan gazetelerinden biri olan Hürriyet bu haberi manşet yaptı.

Özyeğin Üniversitesi gerçekten bana kucak açtı ve benim için gerekli bütün
fiziksel erişilebilirliği sağladı. Bu imkânlarla tamamen İngilizce ve dünya
seviyesinde bir bilgisayar mühendisliği (Computer Science) eğitimi
alabildim. Aynı süre zarfında Fiba Holding’in kampüsteki ofisinde part-time
çalışarak harçlığımı çıkartmıştım. Ayrıca yine okulum sayesinde Credit
Europe Bank Amsterdam’da ve Argela gibi önemli şirketlerde stajlar yaparak
kariyerimi hızlıca ilerlettim. Özyeğin’deki eğitimim sırasında 6. Dönemimi
Exchange öğrencisi olarak Oregon State University, Amerika’da okudum. Ben
Amerika’dayken Türkcell ile yürüttüğümüz proje kapsamında Apple, Facebook,
Google gibi en büyük teknoloji şirketlerin Silikon Vadisi’ndeki
merkezlerini ve Stanford Üniversitesi’ni inceleme fırsatı buldum. Buralarda
önemli kişilerle görüşmeler yaparak projelerimi onlara da sunmuş oldum.
Genel olarak Kaliforniya beni ve annemi çok fazla etkiledi ve yakın
geleceğim ile ilgili planlarımın büyük ölçüde şekillenmesini sağladı.

Özyeğin Üniversitesi’ndeki son sınıfıma başlarken “Google EMEA Students
with Disabilities Scholarship 2016” programına yaptığı başvuru olumlu
sonuçlandığını öğrendim. Google’ın engelli öğrenciler için sağladığı 7.000
Euro tutarındaki bu eğitim bursu Avrupa’da 7 yıldır veriliyor ve Bilgisayar
Bilimleri alanında eğitim gören başvuru sahipleri, akademik geçmiş,
liderlik becerileri ve gösterdikleri tutkuya göre değerlendiriliyor. Her
çok Avrupa’nın en prestijli okullarından az sayıdaki öğrenciye verilen bu
bursu kazanan ilk Türk öğrenci olarak ülkem ve okulumu bu programda temsil
etmiş olmaktan gerçekten gurur duymuştum. 2017’de ise bütün zorluklara
rağmen girebildiğim bilgisayar mühendisliği bölümünü bölüm birincisi olarak
tamamladım, zamanında birilerinin sırf engelli diye ilkokula almak
istemediği çocuk artık bir mühendisti. Hatta Oregon’da almaya başladığım ve
Özyeğin’de devam ettiğim yapay zekâ dersleri sayesinde daha mezun olmadan
Türkiye’deki en başarılı teknoloji şirketlerinden GittiGidiyor ve
Türkcell’de eş zamanlı olarak işe başlamıştım.

Türkiye’de hızlı başladığım kariyerime yurt dışında devam etmeyi çok
istiyordum ve bunun için Amerika’daki birçok okula doktora başvurusunda
bulunmuştum. University of California, Santa Cruz’dan bir hoca benimle
çalışmak istediğini belirtti, bu sayede okula kabul almış oldum. Daha önce
ziyaret ettiğimiz ve annemin çok sevdiği Santa Cruz’a bu kez uzun süreli
kalmak için taşınmamız gerekti. Kampüs içerisinde bir ev kiraladık ve
okulun sağladığı burs ile Kaliforniya’daki ilk yılımızı geçirmiş olduk.
2018 yazını ise Silikon Vadisi’nin köklü şirketlerinden eBay’de staj
yaparak geçirip bütçemizi dengelemiş oldum. Son iki yaz ise Google’da staj
yapma fırsatı buldum. Doktora tezim ve bu stajlar sürecinde benim ellerini
kontrol edemeyen fiziksel engelliler için yazılımlar geliştiriyorum. Yapay
zekâ kullanarak geliştirdiğim bu projeleri bilimsel kriterler ile diğer
engelli bireylere denetiyorum. Yaptığım çalışmaların ayrıca akademik
niteliği de bulunuyor ve uluslararası konferanslara davet ediliyorum.
Meselâ Hocam, eBay’deki projem Fast Company’nin dünya çapında düzenlediği
“Dünya’yı Değiştirecek Fikirler” yarışmasızda Yapay Zekâ kategorisinde
finalist olarak seçildi. Google’daki projem ise Uluslararası
Erişilebilirlik Teknolojileri Konferansı (ASSETS2020) kapsamında yayınladı.
Bu konferansa sadece Dünya’daki en prestijli erişilebilirlik projeleri
katılmaktadır, orada gösterdiğim başarı ile kendimi uluslararası alanda
erişilebilirlik için çalışan engelli bir birey olarak kanıtlamış oldum.
Yine bu yıl Google beni Ph.D. Fellowship bursuna layık gördü, her yıl
Amerika’da sadece 50 doktora öğrencisine verilen bu burs 3 yıllık bütün
eğitim ihtiyaçlarımı karşılamakla birlikte akademik başarımın adeta
tescilidir.

Özellikle bu yıl COVID-19 nedeniyle her ülke gibi Türkiye’nin de uzaktan
eğitime geçmek zorunda kalmasını beni ülkemizdeki engelli kardeşlerim için endişelendiriyor. Online eğitim her ne kadar onlar için
bir avantaj gibi gözükse de ben mevcut bilgisayar ve tabletlerin onlara
uygun tasarlamadığı, derslerini takip edebilmek için başkalarının
bilgisayarı ayarlamasına muhtaç olduklarının farkındayım. Çok yakında
Silikon Vadisi’ndeki deneyimlerimi Türkiye’ye aktarıp ülkemizdeki engelli
bireyleri teknolojiye gerçekten özgürce eriştirecek bir atılımım olacak. Bu
sayede tıpkı annemin hiçbir engel tanımayıp benim eğitimim için verdiği
mücadele gibi ben de diğer bireylerin eğitimlerinin önündeki engelleri
kaldıracağım ve onların da benim gibi fiziksel olarak ayağa kalkamasalar
bile manevi olarak kendi ayakları üzerinde durmalarına imkân sağlamış
olacağım.

Muratcan Çiçek

Prematüre Babası Olmak?

Zor değil mi canının parçasını içeride bırakıp kapıda ondan gelecek iyi bir
haber beklemek…

Önce eşimi aldılar ameliyathaneye, geldiler yanıma mavi önlük getirdiler
bana bir de terlik. Giyerken dizlerimde hafif bir titreme, yüreğimde
endişe…

Sonra bir bekleme odasına aldılar beni. Eşimin ameliyat hazırlıkları devam
ederken ben boynumda bir kamera, ellerim dizlerimin titremesini durdurmaya
çalışmakla meşgul.

Ne kadar uzun sürdü o 5-10 dakika tahmin edilemez. Bekliyorum bekliyorum
bekliyorum…

Geldi bir bıyıkları beyazlarla donanmış ameliyathane sorumlusu. Önce bir
kaç talimat sonra buyurun girebilirsiniz dedi.

Eşim beni soruyor ben ameliyathaneye koşar adım gidiyorum. Bir tabure
üstünde dizleri titreyerek oturan ben. Eşimin elini tutuyorum ve artık kalp
durma noktasına doğru tırmanışta. .

Bir an bir ağlama sesi geliyor, sonra feryat figan bir ağlama… Evet Ayşe
Mila bu. Doktor gülüyor, eşim endişeli gözlerle bana bakıyor. Hemşire kız
bağırma diye kızıma takılıyor. Ameliyathanede gülüşmeler ve Ayşe kızın
ağlaması.

Korkarak ve heyecan ile bakıyorum kızıma. Sağlık kontrolü yapıldıktan sonra
sarıp sarmalanıyor Minnoş. Sonra annesinin yanına gelip nefes oluyor, can
veriyor, huzur veriyor. Koşar adım kuvöze ve ardından yoğun bakım
ünitesine.

Üstümdeki ameliyat önlüklerini çıkarmak için girdiğim odada bana yardımcı
olan bir amca. İyi misin diyor. İyi miyim? Yüzüm kireç rengi, dizlerimde
titreme yerini artık zangırdamaya bırakmış. İyi miyim? Ne önemi var ki şu
an. Önemli olan eşim iyi mi ve bebeğimiz ne durumda?

Ameliyathaneden çıkınca kapıda annem, eşimin annesi ve kardeşi… İlk bir
afallıyorum. Sonra annemin sarılması ile emin ellerde kendimi gözyaşlarına
bırakıp içimdeki endişeyi dışarı atıyorum…

Sanırım artık kızımı görme vakti. Ya annesi çıkınca elini tutamaz isem…

İşte böyle başladı benim baba olma hikâyem. Önce korkuyorsunuz, sonra yavaş
yavaş alışıyorsunuz prematüre bir bebeğin ebeveyni olmaya.
Baba olarak benim yapmam gerekenler vardı. Bir yandan çocuğum için endişe
ederken diğer yandan annesi için ayakta durmam ve ona destek olmam
gerekliydi.

Nitekim öyle de yaptım. Her zaman başka bir köşe buldum ağlamak ve içimi
dökmek için. Eşimin yanına geldiğimde ise dik durmak ve de ona destek olmak
için çabaladım. Yanlışlarımla, doğrularımla babalık yapmaya başladım.

Tamam başladım ama ne idi baba olmak ?

Nasıl yapacaktım ben bilmediğim bir dünyada. Bu bilinmezlikler ile ilk
tanışan ben miydim ki bu kadar telaş ediyorum diye düşündüm sonra. Yolda
öğrenecektim her baba gibi. Yanlışlarımla, doğrularımla bir ebeveyn olmaya
çalışacaktım.

Tam tamına 50 gün. Koskoca 50 gün bekledik kızımızın eve gelmesini. Ben
olmasam da annesi her gün gitti yanına. Ona güç verdik, mücadele azmi
verdik. En önemlisi Umut verdik.

Umudumuz ışık oldu ve Ayşe Mila’mız evine geldi.

Bugüne kadar hep Yeni Doğan Yoğun Bakım ünitesinde gördüğümüz kızımız artık
evimizde idi.

Hiç unutmam o ilk geceyi. Başından ayrılamadık. Gece boyu nefes kontrolü
yaptık. Bu kontroller biz alışıncaya kadar da devam etti.

Peki ben ev sürecinde nasıl baba oldum?

Ayşecik ile ilgilenmek benim için hep özel zamanlar oldu. Zorla değil,
isteyerek yanında oldum hep.

Yorulmadım mı? Çok yorulduğum zamanlar oldu. Uykusuz kaldığım günler oldu.
Ancak sorumluluğum vardı. Sorumluluktan öte geçirdiğim özel anlar vardı. Bu
neden ile hep evde olduğum zaman diliminde kızımla ilgilenmek benim için
özel zamanlar oldu.

Şimdilerde doğrularımla, yanlışlarımla öğrenmeye devam eden taze bir
babayım.

Son olarak bir kuvöz anısı ile bitiriyorum ve zaman ayırıp okuyan herkese
teşekkür ediyorum.

Bir prematüre baba anısı…

Yoğun bakım ünitesinin kapısına geldik, bu sefer önce camdan bakmak
istedik. Camdan baktığımızda bebeğimiz sessizce uyuyordu. Hemşire bizi
gördü ve gülümsedi. Buyrun işareti yaptı başını hafif öne eğerek…

İçeri girdik ve prosedür olan el yıkama, önlük giyme ve sterilize olma
sonrası bebeğimize doğru yüzümüzde tebessüm ile yürüdük.

Hemşire kuvözün kapağını açtı ve bebeğimiz ile aramızdaki cam kalktı gitti.

Kanguru bakımına geçeceğiz dediler. Eşim hazırlanmaya gitti tekrar. Bana
baktı hemşire ve kucağınıza almak ister misiniz dedi.

Nasıl yani o minik bedeni kucağımda mı tutacaktım ben. Oturdum sandalyeye
ve hemşirenin kızımızı alıp kucağıma vermesini bekledim.

Uzattı ellerini, aldı minik Ayşe Mila’yı. Kucağıma bıraktı ve ellerime
pozisyon verdi.

Kucağımdaydı artık… minik elleri, ayakları ve kocaman mücadeleci kalbi
ile…

Kalbim yerinden mi çıkacak acaba… Bu nasıl bir heyecan, bu nasıl müthiş
bir duygu…

Baba olmak…

@bankadabirbaba

Prematüre Babası

Baba Olmak

Herkes baba olabilir ama sadece gerçek babalar çocukları için hep orada olur.

İtiraf etmeliyim ki; sorumluluk sahibi bir adam olarak yaşarken bir anda
iki küçük yamyamın sorumluluğuna sahip bir baba olmak gerçekten de çok zor
oldu. Aslında oradan bakıldığında değişen yalnızca bir kelime gibi gözükse
de inanın babanın taşıdığı sorumluluklar çok daha fazladır.

Hemcinslerimin bir kısmı için baba olmak büyük bir korkudan ibaretken diğer
bir çoğunluk için de öyle çok da zorlanılacak bir durum değildir. Ben işte
bu iki grubun tam ortasındaydım. Bir yandan eski rahat hayatımı geride
bırakacak olmanın korkusunu yaşarken diğer yandan da bizim hanımdan ve
benden bir canın dünyaya gelecek olması beni çok heyecanlandırıyordu. İşte
tüm bu gelgitler arasında aslında iyi bir baba olmanın iyi bir koca olmakla
aynı şey olduğunu anladım ve gerçekten de doğumun bir parçası olmaya karar
verdim.

Zaten babalığın size öğreteceği şeylerin tahmin ettiğinizden de çok
olduğunu söyleyebilirim. İşte bu nedenle de sizlere yaşadığım serüvende bir
adam nasıl bir babaya dönüştü anlatmak istiyorum.

1. Yalnızca mutlu anne ile mutlu bir ailenin oluşacağına inandım.

Yeni doğum yapmış bir kadından 7/24 anne olduğu için mutlu olmasını
beklemek gerçekten büyük bir haksızlıktır. İyi bir koca ve iyi bir baba
olmak gerçekten aynı düzlemdedir. Bu nedenle eşinize küçük molalar
sağlamalısınız. Zaten bu da sizin o minik insan ile daha fazla zaman
geçirebilmenize imkan sağlar.

Ben Türkan’ın lohusalık sürecinde işlerimi tamamen ikizlere göre planlamayı
öğrendim. Eğer bir iş, ikizlerin uyuduğu saatte yapılabilecek bir işse,
mutlaka o saatte yapılmalıydı. Belki kendi işime sahip olduğum için
şanslıydım, fakat mesai ile çalışan babaların da benden az zamanı
kalacağını düşünmüyorum. Zira bebeğin ilk yılı bir daha geri gelmeyecek ve
kimse 2 saat daha az uyuduğu için ölmez.

Bu nedenle ben de bütün gün çalışıyor olmama rağmen ikizlerin gece bakımını
üstlendim. Zaten aksi durum, günde 7 saat boyunca sadece emzirirken diğer
yandan dilekçeleri arasında boğuşan kadına büyük bir haksızlık olurdu.

2. Çocuklarıma paradan çok zaman harcadım.

Maalesef hiçbir çocuk sonsuza kadar bebek olarak kalmayacak. Bu nedenle
emin olun çocuğunuzla beraber bir pet şişeden yapacağınız marakas, küçük
mantarınıza alacağınız onlarca oyuncaktan çok daha büyük bir mutluluk
verecektir. İşte bu nedenle ben ikizlerimin hayatında onları alkışlayan bir
seyirci olmak yerine, o küçük piyeste en çok hatırlanan karakterlerden biri
olmayı tercih ettim.

3. Eksiklerimi kabul ettim.

Hayatımın her döneminde olduğu gibi aile içerisinde de mükemmel bir insan
olmadığımı kabul ettim. Bu da ikizlerime karşı biraz olsun empati ve
merhametle yaklaşmamı sağladı. En önemlisi de esas büyük eksikliğin
ataerkil bir toplumda yetişen her erkek gibi çocuk bakımının dışında
kalmanın olduğunu anladım. Çocukluk zamanlarından itibaren “anne olma”
kavramı ile yetişen kadınların karşısında, “baba” kavramının sadece eve
para getirmekten ibaret olamayacağını kabul ettim.

Baba-olmak

Babalik

4. Yaptıklarım için teşekkür beklememeyi öğrendim.

İkizlerin altını değiştirdiğim ya da yemeklerini ısıttığım için teşekkür
beklememeyi öğrendim. Başlarda bunlar için takdir edilmeyi beklediğimi
itiraf etmeliyim. Fakat sonrasında aynı şeyler için kimsenin Türkan’ı
takdir etmediğini gördüm ve bu beklentim için kendime kızdım.

5. Çocukların neye ihtiyacı olduğunu anlamak için çabaladım.

İkizlerle beraber geçirdiğim vakitte, daha çok onların nelerden zevk
alacağını düşündüm. Neticesinde daha yemeğini kendi yiyemeyen iki küçük
yamyamdan benimle haberleri izlerken keyif almalarını bekleyemem. Bu yüzden
onlarla olduğum oyun saatlerinde onların sevdiği şeyleri yapmayı seçtim.

@babaveikizleri

Modern Zaman Babası

Hamilelik sürecimin başında keşke bana söylenseydi…

9 AY ÖNCESİNE NOTLAR

Hamilelik, neredeyse çoğu kişinin yaşadığı ya da şahit olduğu bir süreç
olduğu için kimilerince fazlasıyla sıradanlaştırılan, kimilerince de halk
arasında dolaşan kötü hamilelik hikayeleriyle fazlasıyla korkulan bir dönem
olabiliyor. Bu yazıda, hamile olmadan önce bana söylenmiş olmasını
isteyeceğim birkaç hususu hemcinslerimle paylaşmak istedim.

Çocuklaşan Kadınlar Algısı

Doğumuna birkaç gün kalan bir anne adayı olarak hamileliğin nasıl olduğunu
soran birine şöyle derim: Uzun süren, sabır isteyen, elbette zorlukları
olan, ancak içinde hissettiğin canlının her geçen gün nasıl geliştiğine
bizzat şahit olarak ve ona hayat kaynağı olduğunu derinden hissederek bir
mucizeyi yaşadığın, kendini her geçen gün daha da güçlü hissettiğin bir
süreç. Öncelikle şunu kesinlikle bilmek gerekir ki herkesin hamilelik
süreci birbirinden farklı. Filmlerde, dizilerde gördüğünüz her daim iştahla
bir şeyler yemek isteyen, sürekli ağlayan, mantıklı hareket edemeyen ve
adeta yetişkin bir insandan bir çocuğa dönüşen hamile kadın imajını
zihninizden atın. Hamilelik böyle bir ‘hayattan ve kendinden kopuş süreci’
değil. İnsan, yaşadığı her tecrübeye kendi karakterini getiriyor, kendisini
katıyor. Her yaşanmışlık gibi hamileliğe de kendi karakterimizi, ruhumuzu,
zihniyetimizi ve hayata yaklaşım tarzımızı taşıyoruz. Hamilelik bizim bu
bütüncül kişiliğimizle algıladığımız ve içinden geçtiğimiz bir süreç
oluyor. Bu yüzden örneğin çoğunlukla kaygılı bir insansanız hamilelik
sürecindeki gelişmelere de beklenenin üstünde kaygılı bir şekilde
yaklaşmanız, soğukkanlı biriyseniz bunları doğal sürecin birer parçası
olarak kabul etmeniz muhtemeldir. Burada hamileliğin size hiçbir duygusal
yük getirmeyeceğini iddia etmiyorum. Elbette vücudunuzdaki sayısız
değişimin ve bir canlıyı dünyaya getiriyor olmanın getirdiği birtakım
duygusal zorluklar olacak. Bu bakımdan bir ölçüde kaygı duymak ve başka
bazı olumsuz addedilen duyguları yaşamak oldukça doğal. Ancak söylemek
istediğim, bunları hissederken ne yaptığını bilmeyen bir çocuğa
dönüşmeyeceğiniz gerçeği. Bunu, doğumuna sadece iki hafta kalana kadar
avukatlık mesleğini yapmış biri olarak söylüyorum; yani test edildi,
onaylandı.

Planlı Bir Geçiş

Hayattan kopmadan geçen güzel bir hamilelik dönemi için öncelikle hamilelik
öncesinde birtakım düzenlemeler yapmak gerektiğini düşünüyorum. Ben bunun
çok faydasını gördüm. Evliliğimin beşinci yılındayım. Dördüncü yılımıza
kadar tahmin edebileceğiniz üzere çevreden neden çocuk sahibi olmadığımıza
dair birçok soru işittim. Sınırı aşıp “hanginizin çocuğu olmuyor” diye
soran bile oldu. Kimileri de mesleğimin henüz ilk yıllarında iken, akşama
kadar adliyede ayakta koşturup, şanslı günümse akşama doğru ofise geçip
dilekçe yazıp, değilse emniyete ifadeye gidip, iş çıkışı da yüksek lisans
dersim için karşı yakada bulunan okuluma giderek evime neredeyse her gün
23.00 civarı döndüğüm dönemlerde “çocuk yap aradan çıksın” diye beni
düşündüklerini (!) ifade eden iyi niyetli nasihatler ediyorlardı.
Kendilerine herhangi bir dönemde çocuk sahibi olmayı “istemediğimizi”
söyleyerek bu şokla onları baş başa bırakmayı tercih ettim. Çünkü bir
çocuğa yapılabilecek en büyük iyiliklerden birinin onu iyi şartlarda
dünyaya getirmek olduğunu düşünüyorum. Doğduğu andan itibaren yapacağımız
bütün fedakarlıklar ve uğraşlar, onu ancak doğduğu şartların biraz
ilerisine taşıyabilecek. Üstelik annenin hamilelik sürecindeki fiziksel ve
ruhsal zorlanmalarının hepsi çocuğun bilinçaltının oluşumunda bir yer
edinecek. Bu yüzden, arkadaşlarımızın tatlı kızları Nil bizi baştan çıkarıp
çocuk sahibi olmaya ikna ettikten sonra öncelikle yüksek lisansımı
tamamladım ve tezimi kitap haline getirip yayımlattım. Bir süre boşa çıkan
hafta sonlarımın tadını çıkarıp dinlendim. Elimde olan dava dosyalarının
gidişatı bu sene işlerimin önceki seneye göre daha az yoğun ve daha az
stresli olacağını gösteriyordu. Bunun gerçekleşmesini bekledim ve hakikaten
işlerim günde bir- ikiden fazla mekâna gitmem gerekmeyecek ve sabah 9 –
akşam 6 sınırını aşmayacak şekle geldiğinde artık hamilelik sürecime
başlayabileceğime karar verdim. Bu planlı geçiş süreci, yani şartlarımı
kendim ve bebeğim için en uygun hale getirme çabası hamilelik sürecimde
yaptığım en iyi şey oldu.

“Bize Görünme”

Hamileliğimin başlamasıyla, hamile olma hali ile ilgili ne kadar az şey
bildiğimi tecrübe etmiş oldum. Çevremden hamilelik belirtisi olarak
duyduklarım genelde mide bulantısı ve baş dönmesinden ibaretti. Oysa dönem
dönem hemen her organınızda görülen rahatsızlık verici durumlar, sindirim
yavaşlığı, sık sık hissedilen yorgunluk, nefes darlığı, uykusuzluk,
kramplar, çeşitli uzuvlarda ağrı, bebeğin büyüdükçe sürekli olarak mide ve
diyaframınızı tekmelemesi ve burada saymadığım birçok semptom hamileliğe
dahilmiş. Bu şekilde zorlansa da kadın vücudu bu semptomlarla normal
hayatına devam etme gücüne sahip. Bunları normal karşılayıp, nefes
egzersizleri, yürüyüş ve düzenli sporla etkilerini en aza indirmek de
mümkün. Öte yandan bir insanın dokuz ay boyunca bu tarz sıkıntılarla
uğraşması elbette ki yorucu bir süreç. Fakat hamile iseniz bu fiziksel
zorluklarınızdan bahsetmeniz toplumda ilginç bir rahatsızlık uyandırıyor.
Yukarıda saydığım rahatsızlıklardan yalnızca birini yaşayan bir kişiyi
düşünün. Mide bulantısı veya nefes darlığı nedeniyle tüm gece (yalnızca bir
gece) uyuyamadığını nasıl uzun uzadıya anlatacağını ve insanların onu nasıl
bir empatiyle dinleyeceklerini düşünün. Bu empati hali nedense hamile biri
söz konusu olduğunda bir anda ortadan kalkıyor ve rahatsız oluşunu ima
etmesi dahi karşısındaki insanlarda rahatsızlık oluşturuyor. Bu üçüncü
kişiler, hamile kadına hamileliğiyle gündeme gelmeye çalışma, hamile
oluşunu kahramanlık hikayesi gibi sunmaya çalışma gibi yakıştırmalar
yapıyorlar. Yani, dokuz ay boyunca hiçbir sıkıntınız yokmuş gibi
davranmanız ve size sorulduğunda dahi gerçekte nasıl olduğunuzu gizlemeniz
bekleniyor. Buna benzer bir durum toplu taşıma araçlarında da yaşanıyor.
Öncelikle çoğunu otuz yaş üstü kadınların oluşturduğu az rastlanan bir grup
hariç kimsenin size yer vermeyeceğini ve neredeyse dokuz ayın tamamında
ayakta yolculuk yapacağınızı bilerek başlayın. Ancak bu noktada şöyle bir
durum da oluyor: Kimseden yer isteme gibi bir niyetiniz yokken, yalnızca
bulduğunuz bir tutacağa tutunmuş yolculuk yapmaya çalışıyorken önünüzde
oturan insanlar başlarında durarak kendilerinden yer istediğinizi düşünüp
gözlerini devirmeye başlıyor. Metronun hamileler için öncelikli olan
asansörüne binmeye gittiğinizde uzaktan sizin geldiğinizi görenler aceleyle
asansöre binip kapıyı kapama düğmesine basıyorlar, siz yetişemeyin diye.
Yani o anneliği her fırsatta yücelten, en büyük mertebe sayan, anne olmak
istemeyen kadınları eksik gören necip milletimiz, kadın hamile olduğunda
destek olmak şöyle dursun “bana görünme” diyor.

Yeni Trend: Doğallık Takıntısı

Gelelim sürecin “kendi türünüz” ile yaşamak zorunda kaldığınız kısmına. Son
yıllarda yaygınlaşan hamilelik uygulamaları gerçekten çok işinize yarıyor.
Bu uygulamalar üzerinden her hafta bebeğinizde ve sizde nasıl değişimler
olduğunu öğreniyor, bir kısmını hissettiğiniz değişimlerin bilimsel
açıklamalarını anlıyorsunuz. Ayrıca sizinle aynı haftalarda ya da daha
ileride olan bir sürü hamile ile yazışabiliyor, onların tavsiyelerini ve
yorumlarını okuyabiliyorsunuz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu ki
hemen her eğitim seviyesinden insan bu uygulamalarda yorum ve tavsiye
yazabiliyor. O yüzden zaman zaman faydalı olsa da kendinizi buradaki
yorumlara çok kaptırmamakta ve temel başucu rehberinizi bilim insanları
tarafından hazırlanmış kitaplar yapmakta fayda var.

Gerek bu tarz sosyal medya platformlarında gerek gerçek hayatta
karşılaştığınız hamile kadınlarla ve bu sektör içindeki kişilerle
iletişiminizde yoğun olarak maruz kalacağınız “doğallık takıntısı” hakkında
da sizi uyarmak isterim. İlk hamileliğimi yaşadığım ve daha önceleri ilgimi
çeken bir alan olmadığı için her daim böyle bir furya var mıydı yoksa son
yıllarda mı oluştu bilemiyorum. Ancak şu an tıpkı aşı karşıtlığı gibi yoğun
şekilde kitlelere hâkim bir takıntı olduğunu görebiliyorum. Her durumda
mümkün olduğu ölçüde doğal ve sağlıklı olanın tercih edilmesi gerektiği
tartışmasız. Ancak hamilelik ve doğum süreçlerinde bu tercih annenin ve
bebeğin sağlığını riske atacak kadar ileri götürülüyor. Üstelik anneler ve
babalar bunu özgür iradeleriyle bilinçli olarak yapıyorlar. Modern tıbba
karşı paranoya boyutunda bir şüphecilik taşıdıkları için doktorlarının
uyarılarına da kulak asmıyorlar. Bilakis doktorun uyarılarını kendilerini
“kesmek için” (sezaryenden bahsediyorlar) söylenen bahaneler olarak görüyor
ve bunu açıkça ifade ediyorlar. Maalesef bilimsellikten uzak bazı gebe
eğitimleri de bu algıyı besliyor. Örneğin bizzat katıldığım bir eğitimde
doktor amniyon sıvısının azalması yahut bebeğin kalp atışlarının
düzensizleşmesi sebebiyle mecburi sezaryen yapılması gerektiğini söylerse
buna nasıl karşı çıkabileceğimiz, biz onay versek dahi eşlerimizin bunu
nasıl engellemesi gerektiği, bebeğimize yapılan K vitamini ve hepatit B
aşılarının nasıl “neslimizi bozmak için” yapılan birer tuzak olduğu, bu
tarz müdahalelerin bebeğimizin ileride seri katil olmasına varacak kadar
olumsuz etkiler doğurduğu gibi hususlar konuşuldu. Sosyal medyada, günlük
hayatınızda, iş yerinizde ve akrabalar arasında bu fikirler dört koldan
sizin ve eşinizin üzerine gelecek. Bunları durdurmak için elimde bir reçete
yok. Yapılabilecek tek şey dünyada çocuk sahibi olan ilk çift olmadığınızın
farkına vararak sakin olmanız ve kafanızı kurcalayan hususlarda doktorunuza
ve bilimsel eserlere başvurmanız. Bir de söylemeden geçemeyeceğim: Siz bir
dahi değilsiniz. Bebeğiniz de muhtemelen insanlığın yüzyıllardır beklediği
bir kurtarıcı ya da dahi olmayacak. Bunun sebebi de doktorun bebeğiniz
doğduktan sonra onu sağ eliyle tutup sol eline alması, bu sırada kordonu
keserken makasın çok keskin olması vs. değil. Eğitimini almadığınız bir
alanla ilgili bu tarz ayrıntılara odaklanmak yerine, vaktinizi bebeğinizi
nasıl yetiştirmeniz gerektiğine dair kendinizi geliştirmeye ayırmanız çok
daha faydalı ve anlamlı olacaktır.

Tüm bu keyifli ve keyifsiz durumlar, hamilelik süresince herkesin değilse
bile birçoğunun karşısına çıkacak. Hamileliği öncesinde çokça araştırma
yapmış biri olarak hiç rastlamadığım ve bana hiç söylenmeyen bu hususları
benden sonrakilerin ne ile karşılaşacaklarını bilmeleri için paylaşmak
istedim. Birçok iç ve dış ses arasında kalsanız da hayatınızda çok anlamlı
bir serüven olacak hamilelik sürecini kendiniz olarak başlatıp, yine
kendiniz olarak sürdürmeniz dileğiyle…

Handan Sena Lezgioğlu

Çalışan Annelerin İşe Dönüş Hikayeleri

Çalışan Annelerin İşe Dönüş Hikayeleri

Hamilelik döneminiz sona erdi ve şu an gözünüzün önünden bir dakika bile ayırmak istemediğiniz bedeni minik, kendisi kocaman bir mucizeye sahipsiniz. O, güzelce uyuduğunda mutlu olurken; o, ufacık huysuzlansa kendinizi çok tedirgin hissediyorsunuz değil mi? Her ne kadar benliğinizi ona adasanız da, eğer ki çalışan bir ebeveynseniz doğumun ardından bir süre sonra işe dönme vaktiniz gelecektir. Bugünkü içeriğimizde annelerin işe dönme sürecinde karşılaşması olası tüm olayları ele alacağız. Eğer ki doğum sonrası işe dönme vaktinizi doğru belirlemek isterseniz sahip olduğunuz tüm izin haklarını “Çalışan Hamile Kadınların Yasal Hakları” yazımızdan öğrenmeyi unutmayın.

Doğum Sonrası İşe Başlama Zamanı Gelen Annelerin Ruh Halleri

Bebeklerini zorlu hamilelik döneminden sonra kucağına alan yeni annelere onlardan ömür boyu ayrılmayacaklarmış gibi gelir. Fakat çalışan anneler için dünyaya getirdikleri miniklerinden ayrılmak çok da uzak bir tarihte değildir. Hamileliğin ardından anne adayı, sahip olduğu iznin son günlerine yaklaştıkça bebeğinden ayrılacağının farkındalığıyla değişik bir ruh hali içine girebilir. Çünkü anneler işe başlama tarihleri geldiğinde, bebeklerini farklı birine emanet etmek zorunda olduklarının bilincindedirler. Bu bilinç de onların kara kara düşünmelerini; geceleri uyuyamamalarını hatta ara sıra ağlama krizleri yaşamalarını beraberinde getirebilir. Çünkü anneler bebeklerini kendi gözlerinden sakınırken onları bırakacakları kişiye güvenmeleri çok da kolay değildir.

Kısaca vurgulamak gerekirse işe başlayacağı için bebeğinden ayrılacağını fark eden anneler, bu dönemde bebeklerinden ayrılacakları için oldukça endişelidir. Bu endişelerini de etraflarındaki kişilere özellikle de eşlerine fazlasıyla yansıtabilirler. Bulundukları ruh hali, onların bakıcı seçimlerine de yansıyabilir. Bu da anne adayının bakıcı adaylarıyla yaptığı görüşmelerde çok gergin olmasını ve hatta bakıcı adaylarına kaba davranmasını beraberinde getirebilir. Uzmanların önerilerine göre anneler, bakıcının bebeklerine alışması için seçtikleri kişiyle 1 ay geçirmelidir. Endişeli anne adayı geçirilecek bu 1 aylık süreçte elinde olmadan hırçın davranışlar sergileyebilir. Bakıcının bu noktadan hareketle bilinçli olması gerekir ve annenin davranışlarını çok zor olsa da empati ile alttan almayı başarması beklenmektedir. Zorlukla başarılan bakıcı seçiminin ardından anne, bebek ve bakıcının birlikte vakit geçirmesinin ardından sıra annenin işe başlamasına gelecektir.

Doğumdan Sonra İşe Dönüş Sabahı

Bakıcı ile alışma sürecinden sonra gerginlikle beklediğiniz o sabah geldi. Bugün güne işe gideceğinizin farkındalığıyla başladınız. Bakıcınız evde ve miniğiniz büyük olasılıkla mışıl mışıl uyuyor. Sizin ise söz konusu bugünde kendinizi çokça mutsuz hissetmeniz normal… Belki ağlayarak belki de daha dirayetli şekilde atlattığınız bu sabahın sonunda sizi iş arkadaşlarınızla kavuşmak ve uzman olduğunuz konuda yeniden emek harcamak bekliyor. Ayrıca bugün sizin yeni bir anne olduğunuzu bilen arkadaşlarınızın da ilgisine maruz kalacağınızı bilmenizi isteriz.

Doğum Sonrası İşe Dönüşte Yaşayacaklarınız

Alışma Süreci

Uzun zamandır evde olan bir kişi olarak işe döndüğünüz o ilk gün, bir alışma evresi yaşayacaksınız. Yeniden işte olmanın hissettirdiklerini içselleştirerek, bebeğinizden ayrı kalmanın da oluşturduğu hisleri keşfedeceksiniz. Yaşadığınız bu alışma sürecinin sizde oluşturduğu içsel durumlar sayesinde işe döndüğünüz bu günde oldukça sessiz sakin vakit geçirmeniz olası…
İnsan Kaynaklarından Şirket Adına Hediye
İnsan kaynakları departmanının çalışanları özel günlerde yalnız bırakmayarak onların çalıştıkları şirkete bağlılığını artırmayı hedeflediği bilinmektedir. Doğum sonrası işe dönen annenin ilk gününün de onun için oldukça özel bir gün olduğu ortadadır. Siz de eğer ki insan kaynakları departmanı aktif olarak çalışan bir şirkette yer alıyorsanız, bugün bir hediye alabilirsiniz. Bu hediye büyük olasılıkla çocuğunuzu yetiştirirken kullanabileceğiniz kıyafetler, bebek eşyaları ya da birkaç oyuncak olabilir.

Miniğinize İlgi

Yeni doğmuş bir bebek hemen hemen her toplumda ilgi çeker. Sizin bebeğiniz de büyük olasılıkla o ilk gün, iş arkadaşlarınızın odak noktası olacaktır. Neredeyse tüm arkadaşlarınız size bebeğinizin nasıl olduğunu sorup onun fotoğraflarını göstermenizi isteyecektir.

Sürekli Bakıcıyı Arama

Bu ilk gün, kendinizi sahip olduğunuz tüm zaman boşluklarında bakıcınızı ararken bulacaksınız. Özellikle görüntülü arama ile bakıcınızı arayarak miniğinizi görmek isteyeceğiniz bugün de; onu gördüğünüz zaman ağlamaya başlamanız da yaşamanızın mümkün olduğu durumlardandır.

Saatleri Sayma

İş yerinizde dönüşünüz kutlandıktan ve hediyeniz size teslim edildikten sonra herkes günlük hayatına dönecektir. Siz de yokluğunuzda meydana gelen değişiklikleri anlamaya çalıştığınız bugün de kendinizi bir süre sonra eve gitmenize ne kadar kaldığını hesaplarken bulabilirsiniz. Miniğinize kavuşmak için son bir saat kaldığında zamanın sizin için geçmediğini hissetmeniz de oldukça normaldir.

Eve Varış ve Mutlu Son

Bu zor günde eve vardıktan bebeğinizle sarılıp uyumak isteyeceğinizi düşünüyoruz. Kabul edelim zor bir gündü. Fakat onun kokusunu ilk kez aldığınız an, gün içindeki tüm endişeleriniz ve gerginlikleriniz yok oldu değil mi?

Yeni anne olmuş bir ebeveynken miniğinizi ardınızda bırakarak işe gitmenizin çok zor olduğunu biz de inkar etmiyoruz. Ama merak etmeyin. Bu duruma da elbet alışacaksınız. Alışma sürecinizin her anında yanınızda uzmanların desteğini hissetmek isterseniz Çocuklu Dünya’nın Annelik-Babalık kategorisindeki yazıları okumanızı öneririz.

Yazar Anne

Sandy Allovi Muraben

Bebeğinizin Bavulunda Olması Gereken 9 Eşya

Bebeğinizin Bavulunda Olması Gereken 9 Eşya

Daha önce bebeğinizle tatile gitme zevkini hiç tattınız mı bilmiyoruz. Belki de miniğinizle tatile ilk kez içinde bulunduğumuz bu yaz mevsiminde gideceksiniz. Eğer ki onunla ilk kez yaz tatiline gidecek bir ebeveynseniz büyük olasılıkla şu an çok heyecanlısınızdır ve bu heyecanınız yüzünden de valiz hazırlarken hatalar yapabilir, tatilinizi yaptığınız bir hata ile kabusa dönüştürebilirsiniz.

Endişelenmeyin. Çocuklu Dünya Ekibi olarak tatilinizin kötü geçmesine izin vermemeye kararlıyız. Bu yüzden de sizlere tatile giderken mutlaka yanınıza almanız gereken ürünlerin bir listesini
vereceğiz. Tatile çıkmadan önce bu listedeki 7 eşyanın yoklamasını almayı sakın unutmayın! Şimdiden keyifli tatiller.

Bebek Tatil Bavulunda Olması Gerekenler

Güneş Kremi

Yapılan araştırmalar ebeveynlerin, 50 faktör ve 50 faktör üstü güneş kremlerinin çocukların kemik gelişimini kötü etkilediğini düşündüğünü gösteriyor. Fakat uzmanların açıklamaları bu bilginin doğru olmadığını hatta güneş kreminin yaz tatillerinde bebek bavullarında yerini alması gereken ilk ihtiyaçlardan biri olduğunu gösteriyor. Siz de miniğinizin hassas teni için bebeğinizin bavuluna gittiğiniz bölgeye uygun bir güneş kremi eklemeyi unutmayın. Uzmanlar bu konuda da sıcak yerler için 50 faktör güneş kremlerini; daha serin yerler içinse 30 faktör olanları öneriyor.

İnce Bir Hırka

Belki bu madde sizi biraz şaşırtmış olabilir. Malum havalar oldukça sıcak… Hatta sıcaktan pek hoşlanmayanlarımız yazın yerini sonbahara bırakışını iple çeker halde… Fakat bu sıcaklar, miniklerin üzerinde bizde bıraktığı etkiyi bırakmıyor. Biz terlediğimizi hissederken, onlar ansızın üşümeye başlayabiliyor. Bu üşümenin önlemi alınmazsa da tatil dönüşünde bizleri bekleyen hasta bir bebek oluyor. Siz de bebeğinizin valizini hazırlarken bu farkındalıkla hareket etmeli ve valize mutlaka ince bir hırka eklemelisiniz. İnce hırka almanızı öncelikli olarak öneriyor olsak da nispeten kalın pijama takımları ve günlük kıyafetler almanızda da fayda var. Çünkü bu kıyafetleri beklenmedik hava koşulları olursa eğer kullanmanız gerekebilir.

Bebek Maması

Bu yaz, tatilinizi yapmak için olabildiğince lüks bir otel seçtiğinizi varsayalım. Fakat seçtiğiniz otel ne kadar lüks olursa olsun bebeğinizin mamasından bulundurmayabilir. Bebeğinizin alıştığı mamanın değişmesi onun midesini bozabilir. Bu da tatilinizi eğlenceli olmaktan çok keyifsiz bir hale bürüyebilir. Siz de tatile giderken bebek maması konusunda önleminizi almalı ve hazırladığınız çantalardan birine bebeğinizin mamasından yeteri kadar koymalısınız. Özellikle zor bulunan bir mama kullanıyorsanız kesinlikle unutmadığınızdan emin olmalısınız.

Bebeğinizin Kullandığı İlaçlar

Gideceğiniz yer yaşadığınız yerden farklı bir yer olacağı için bebeğiniz hava değişiminden kötü etkilenebilir. Midesi bulanabilir, cildinde döküntüler meydana gelebilir ya da geceleri uyumayarak huysuzluk yapabilir. Siz de tatilinizde kötü anılar yaşamamak için doktorunuzun günlük kullanım için önerdiği bebek ilaçlarını mutlaka yanınıza almalısınız. Böylelikle onun başı ağrırsa ya da midesi bulanırsa kolaylıkla önlem alabilirsiniz.

Sinek Koruyucu Sprey

Yaz tatillerinin en kötü yanlarından biri de, gidilen sıcak yerlerdeki sineklerdir. Sinekler yetişkin olan bizleri bile çok rahatsız eder. Hal böyleyken sineklerin bebekler üzerindeki etkilerini düşünmek bile sinek koruyucu spreyin neden bebek valizlerinin vazgeçilmezlerinden biri olduğunu anlamak için yeterlidir. Siz de tatil çantanıza bebeğinizin sinek ısırıkları sonucunda huysuzlanma ihtimalini düşünerek ona uygun sinek koruyucu spreylerden mutlaka eklemelisiniz.

Emzik

Bebeklerin emziğe alışması oldukça zorlu bir süreç olabilir. Uzun bir zaman diliminin ardından emziğe alışan bebekler de alıştıkları emzik dışında başka bir emziği emmekte zorlanabilirler. Hatta başka emzik verilen bebeklerin emziklerini sürekli attığı da ebeveynlerin bugüne dek sıklıkla karşılaştıkları durumlardan biridir. Tatil için bebeğinizin çantasını hazırlarken mutlaka bebeğinizin emdiği emziği almayı unutmayın. “Emzik zaten büyük bir gereklilik, unutmam herhalde.” diye düşünüyorsanız biz sizi yine de uyarmak isteriz. Çünkü aslında unutmayacağınızı düşündüğünüz bir şeyi unutma olasılığınız daha yüksektir.

Bebeğinizin Mama Kapları

Eğer ki çocuğuyla ilgili çok hassas bir ebeveynseniz gittiğiniz otelde miniğiniz için mama hazırlarken kendinizi sürekli kapların temizliğini sorgularken bulabilirsiniz. Bu noktadan hareketle bizim size önerimiz yanınıza mutlaka çocuğunuzun mama kaplarının ve biberonunun bulunduğu ufak bir çanta almanız… Böylece miniğinizin yemeklerini hazırlarken bu kaplardan yararlanabilir ve hijyenik anlamda da rahat edebilirsiniz.

Havlu

Bir önceki maddede bahsettiğimiz gibi harika bir otele gitmiş olsanız da hijyen konusunda içiniz çok da rahat etmeyebilir. Özellikle deniz sonrasında ve banyodan sonra bebeğinizin teniyle temas edecek havlular konusunda endişe duyabilirsiniz. Endişelerden uzak keyifli bir tatil için otele giderken yanınıza mutlaka en az iki farklı havlu almalısınız. Böylece miniğinizi hem duş sonrası hem de deniz sonrası kendi havlusuyla içiniz rahat bir şekilde kurulayabilirsiniz.
Bize göre bebek bavulunda öncelikli olarak bulunması gereken eşyalar yukarıdakiler… Bu eşyaları ve kendi belirlediğiniz gereklilikleri valizinize koyduktan sonra bizce yola çıkmaya hazırsınız. Yolculuğun daha keyifli geçmesi için “Bebeğinizle Seyahat Ederken Dikkat Etmeniz Gerekenler” yazımızı da okumanızı öneririz.

Çocuklarla Büyükada Gezi Önerileri

Yaklaşık 3 yıldır çekirdek ailemle birlikte yazları 3 aylığına Büyükada’ya geliyoruz. Çocukluğumdan beri yazlarımı Burgazada’da geçiren biri olarak öncelikle şunu belirtmeliyim ki Büyükada Prens adaları arasında kalabalıklığı nedeniyle adaya en az benzeyeni. Bu da şehir gibi aradığınız herşeyi bulabileceğiniz anlamına gelse de fazlaca turist ve ziyaretçi alması dolayısıyla özellikle yaz ayları oldukça bunaltıcı. Ama kalabalığa girmeden Büyükada’nın tadını çıkarmanız mümkün!

Haftaiçi, haftasonu sorunsalı

Öncelikle çocuk ile gelecekseniz yaşı kaç olursa olsun haftaiçi gelmeye bakın. Haftasonu o kadar kalabalık ve o kadar bunaltıcı oluyor ki biz adalılar da haftasonu evden çıkmayı çok tercih etmiyoruz. Sokaklar ve ulaşım araçlara kapalı ve sadece faytonlar var, ne nostaljik diye düşünmeyin. Eskiden atlara adalarda daha iyi bakılıyordu ve akülü arabalar meydanda yoktu. Şimdi sokaklarda çocuklarımızla yürüyemez olduk; sağdan fayton geliyor, soldan akülü araba diye diye kalp çarpıntısıyla evimize varıyoruz. Haftasonu bir de bisikletle Adayı gezmeye çalışan ziyaretçiler eklenince değmeyin keyfimize!

Deniz Ulaşımı

Daha geçen yıla kadar Kabataş/Beşiktaş’tan Adalara İDO’nun deniz otobüsü seferleri yapılıyordu. Ancak bu yıl deniz otobüsü seferleri günde 1 defaya düşürüldüğünden deniz otobüsü artık bir seçenek değil. Avrupa yakasından gelecekseniz Şehirhatları vapurları veya Beşiktaş ve Kabataş’tan kalkan motorlarını tercih edebilirsiniz. Ancak yolculuk yaklaşık 1,5 saat sürüyor. Çocukları genelde uzak mesafeli yolculuklarda zaptetmek zor olabiliyor; bu nedenle yolculuğu uyku saatine denk getirebilir veya yanınıza çocuğunuzun yaşına uygun onu oyalayacak oyuncaklar getirebilirsiniz. Anadolu yakasından ise Bostancı ve Kartal iskelelerinden yine vapur ve motor kalkıyor. Eski vapurlar size de çok nostaljik geliyorsa Bostancı’dan kalkan vapurları tercih edebilirsiniz. Kartal’dan kalkan motorlar ile Büyükada’ya gelmek 25 dakika sürüyor.

Plaj Önerileri

Eğer Büyükada’ya günübirlik olarak geldiyseniz, denize girebileceğiniz bir tesise erkenden gidip akşam çok kalabalık olmadan dönmeniz en iyisi olur. İskeleden ücretsiz motor kaldıran ve kendilerine “Aile Plajı” diyen tesisler var ama onların hepsi çocuklu aileler için uygun değil. Tercih edebileceğiniz bazı tesisleri aşağıda paylaşıyorum. Ancak haftaiçi olarak düşünün lütfen.
Merkeze ve iskeleye yakın olan Blue Beach’te havuz yok ama denizi sakin ve güzel. Adanın arkasında olmadığı için rüzgarlı bir günde denizin dalgalı olma riski var ancak çocukla rahat edebileceğiniz bir mekan.
Merkezden daha uzak ama atmosferiyle sizi Yunan Adalar’ında hissettirecek Locada’yı da tercih edebilirsiniz. Burada da havuz yok ama denize hem kumsaldan hem de iskeleden girebiliyorsanız. Yemekleri güzel ve müzik rahatsız edici değil.
Adanın diğer ucunda bulunan Eskibağ Plajı da seçeneklerin arasında. Ancak uzak olduğu için mutlaka fayton ile ulaşmanız gerekiyor. Yemekleri ve mezeleri harika çünkü burası aynı zamanda Adalıların da özellikle akşamları en çok tercih ettiği restoranı da işletiyor. Eskibağ’a karadan ulaştığınız zaman sahile inmeniz için bir patikadan yokuş aşağı doğru inmeniz gerekiyor. Bu nedenle bebek arabası kullanıyorsanız veya çocuğunuzun yaşı küçükse pek tavsiye etmem. Ama önerdiklerimin arasında en güzel deniz ve manzara Eskibağ’a ait.
Eğer deniz ile birlikte havuz opsiyonu da olsun diyorsanız başka bir seçenek de Anadolu Kulübü’nde veya Su Sporları Kulübü’nde günübirlik vakit geçirmek olacaktır. Bu kulübe üye bir tanıdığınız varsa üye vasıtası ile kulüplerin misafir ücretlerini ödeyerek tesislerden faydalanabilirsiniz. Anadolu Kulübü’nde ayrıca konaklama imkanınız da bulunuyor ancak çok fazla talep olduğundan yer bulabilmeniz için çok çok önceden arayıp rezervasyon yapmanız gerekiyor.

Lezzet Önerileri

Kahvaltı için Club Mavi Restoran’ı öneririm . Yine adanın uzak bir bölgesinde sakin keyifli bir yer. Güzel bir deniz manzarası eşliğinde lezzetli bir kahvaltının keyfini çıkarabilirsiniz. Üstelik çocuklarınızın da güzel vakit geçirebilmesi için bir oyun parkı da mevcut.
Ada denince benim ilk aklıma gelen şey dondurma… İskeleye vardığınızda sağlı sollu dizilmiş 3 Top 5 TL yazan dondurmacılar göreceksiniz. Maalesef çoğu inanılmaz bir ticari kaygı içerisinde kalitesiz dondurma satan dondurmacılar oldular. Bu nedenle Adadaki en doğal dondurmacı olan arabada dondurma satan Yunus’u tek geçerim. Kendisine Anadolu Kulübü’nde rastlayabilirsiniz.

Çocuklar dondurma yerken ben de oturup güzel bir soğuk kahve içeyim derseniz Splendid Oteli’nin altındaki 3. Dalga Kahveci Spitz’i de tercih edebilirsiniz. Dondurması ev yapımı olduğu için gönül rahatlığıyla çocuğunuza verebilirsiniz. Kahve yerine ev yapımı buzlu çaylarını da serinlemek için tercih edebilirsiniz.

Yazar Anne

Sandy Allovi Muraben

Çocuk Dostu Tatil Köylerinde Tatil

Tatil Köyü Seçimi

Çocuklarla tatil yapmak için Tatil köyü zaten konforlu deyip geçmeyin! Eğer gittiğiniz tesis yeterince childfriendly değilse, aşırı büyükse veya güzel organize edilmemişse tatiliniz her an kabusa dönebilir. Örneğin birçok kişinin tek çocuk ile veya büyük çocuklarla aşırı rahat ettiği ve oldukça methedilen çok meşhur bir tatil köyünden pusetli bebek ve henüz büyümemiş çocuğu olan bir arkadaşım nasıl kaçacağını bilemedi çünkü plaja inerken bolca merdivenlerden puseti sırtlarında taşımak suretiyle inip inip çıkmışlar.

Tatil köyüne  gidip azıcık da anne baba olarak biz de rahat edelim diyerek Tatil Köyüne gitmeye karar verdiniz. Peki neye göre hangi tatil köyünü seçeceksiniz? Sakın ha işe ik olarak googlelayarak başlamayın! Karşınıza çıkan turkuvaz renkli deniz, çocukları ile güle oynaya ilgilenen baba figürleri, ellerinde içecekle rüzgara doğru saçlarını uçuşturan annelerin yanında oturmuş kumla oynayan kamu spotu misali çocukların stok fotoları oldukça yanıltıcı olacaktır. Zira ne o turkuvaz denize girebileceksiniz, ne kocalarınız ayarları bozulan çocuklarınıza karşı bu denli sabırlı olacak ne de çocuğunuz saatlerce kumdan kale yapacak. En iyisi önce kendi çocuklarınızla yaşıtı olan çocuklu arkadaşlarınızı arayıp sormak olacaktır. Bebek büfesi, basamak sayısı, odaların temizliği, mini club potansiyeli gibi aklınıza bile gelmeyen soruların cevapları arkadaşlarınızda!

Tatil Köyünde Gün Batımı

Lykia Liberty Hotel

Havuz Deniz sorunsalı

Şimdi artık googledan fotoğraf ve yorumlara bakabilirsiniz. Tatil Köyünün ana fikri olan deniz ve kum/kumsal durumu öncelikli olarak incelenmesi gereken konular. Biz Haziran başında tatil yapacağımızdan deniz soğuk olabilir diye Bodrum ve Çeşme taraflarını çok tercih etmedik; Fethiye kısmen daha ılık olur diye düşündük ve karşımıza Lykia Liberty Hotel çıktı. Deniz çok dalgalı olmasına rağmen çocuklar için özel olarak set çekilmiş bir kıyısı vardı ve deniz çocuk plajında  gerçekten göl gibiydi. Bununla beraber kumsal çok taşlık değildi ve çoğunluk olarak kum olduğu için çıplak ayak yürümek çok rahatsız edici değildi. Çocuklarınız için kumsalda rahat etmek adına yanınıza mutlaka ‘Slipstop’ patiklerden alın; ben hatta en büyük boyunu kendim için aldım ve çok rahat ettim. Kum oyuncakları, kolluk, makarna taşıyacak yeriniz ve şişirecek sabrınız varsa deniz yatağı da alabilirsiniz. Kumsalı çok geniş epey bir yol yürüyorsunuz. Odadan denize yürümek bir 15 dakikanızı net alıyor ama denizi çok güzel, değiyor.

Çocuklar bi temiz denize girsin mottosu ile yola çıkarak kendinizi bizim gibi havuzda bulmanız da oldukça mümkün! Büyük kızımız çılgınlar gibi havuz diye tutturunca denizden çok az faydalanabildik. Lykia’nın ana havuzu gayet geniş ve temizdi; ancak saat başı animatörlerin türlü havuz oyunlarına mikrofonla çığırtkanlık yapması ve diğer tarafta da elinde hoparlörle ingiliz teyzelere aquagym yaptıran fitness hocasının bağırtılarıyla oldukça gürültülüydü. Oğlumuzun öğlen uykusu geldiğinde bu gürültüde uyutamayacağımızı anladığımız için tesisin ana havuzuna birkaç saat dışında hiç yerleşmedik.

Çocuk Cenneti

Gerçekten çocuklar için ideal bir ortamdi. Tüm yaş gruplarına hitab eden bir bölgeydi diyebilirim. Orman içerisine kurulmuş kocaman bir tesis. Denizden kum getirtip kumsalı olan bir havuz yuapmışlar. Burada 18 aylık oğlumuz kumlarla oynarken; kızımız da diğer büyük havuzda doyasıya eğlendi. Burası çocuk yeri olduğu için kendi içerisinde ayrıca bir açıkbüfe restoranı var ve burada da daha çok çocuklara yönelik yemek çıksa da anne ve babalar için de oldukça uygun ve lezzetli seçenekler sunuyor. Yine çocuk bölgesi olmasından ötürü rahatsız edici ses veya müzik hiç yok! Bu nedenle öğle uykusunu çocuklara çok rahatlıkla yaptırabildik. Burada yaşı daha büyük çocuklar için çeşitli eğlenceli kaydıraklar da olduğundan ‘Çocuk Cenneti’ dedikleri yer ‘Aqua Park’ olarak da geçiyor. Bu bölgeye 10 dakikada bir shuttle kalkıyor. 2 pusetle indi bindi zor oldu kocam için ama değdi doğrusu!

Çocuk Cennetinde Eğlenen Çocuk

 Mini Club

Mini Club örneğin Club Med’deki gibi extraya girmiyor. Hillside’da da 3 yaş öncesine kadar çocukları kabul etmiyorlar. Ama Lykia’da iki tane Mini Club var; 6 ay- 3 yaş arası çocukların bakımından sorumlu müthiş bir Mini Club ile 3 yaş üzerindeki çocukları eğlendiren diğer kısım. 6 ay üzeri çocukların kısmında o bebeklere o kadar iyi bakıyorlar ki inanamazsınız. Saatinde mamasını içiriyorlar, uyutuyorlar sanki bakıcıyı tatile getirmiş gibi. Tabii bizim ufaklık orda kalmadı ama olsa müthiş bir imkan. Diğer çocuklar için olan Mini Club programı da çok eğlenceliydi. Biz hergün MiniClub’a vermeye kıyamadık ama 1 tam gün verdiğimizde öğle yemeğini dahi yiyerek akşamüstü çok mutlu bir çocuk geri aldık diyebilirim.

Son Olarak…

Odalar çok çok yeni sayılmaz ama konforlu ve ferah diyebiliriz. Ancak yerler full mermer muhtemelen odalar serin olsun diye yapılmış ve oda içinde uçları sivri basamaklar var. Eğer küçük ve hareketli bir çocuğunuz varsa ve yere düşerse başını direkt mermere çarpacaktır; bu açıdan odaların dizaynını çok tehlikeli bulduk. Klimalar ise kesinlikle ısıtmıyor. Eski bir havalandırma sistemleri varmış, biz biraz daha serin bir dönemde Fethiye’ye gittiğimiz için odamız akşamları biraz serin oluyordu; ısınsın diye klimayı açık bırakıp gittik ve döndüğümüzde oda kutuplar gibiydi. Arayıp şikayet ettiğimizde havalandırmanın sadece soğutma yapabildiği söylendi.

Biz geniş aile odasında kaldık; eğer evde tek başına yatmaya alışık ve uyku eğitimli bir ufak çocuğunuz varsa imkanınız dahilinde suit oda almanız en doğrusu olacaktır. Büyük kızımız bizim odadaki çekyatta  yattı; ufaklık da oturma odasında bebek yatağında tek başına yattı. Gözlem veya gece kalkma gibi durumlarda bebek monitörümüzü de yanımıza aldık. Biz yorgunluktan yapamadık ama monitörünüzü yanınıza alırsanız akşam çocuklar uyuduktan sonra balkonda soluklanırken çocuğunuzu monitörden gözlemleyebilirsiniz. Bu nedenle bebek monitörü de yanınıza almanız gereken elzem malzemelerden diyebilirim.

Mini Club Etkinlikleri

Yemeklere gelince… Gerçekten çok çeşitli ve lezzetli bir açıkbüfesi var. Sabah kahvaltısı konusunda çok endişeliydim ancak her iki çocuğuma da rahatça kahvaltılık bulabildim. Yanıma  tatillerde hep ağzı kilitli poşet ve iki küçük kap alırım. Sahil restorana uzak olduğundan kahvaltıdan çocuklara atıştırmalık olabilecek kuruyemiş, bebek bisküvisi, yoğurt, meyve gibi ara öğün olabilecek yiyecekleri toplarım. Size de burası için yanınıza buzdolabı poşeti ve küçük kaplar almanızı öneririm çünkü deniz kenarı restorana uzak sayılır. Çocuğunuz acıktığında toplaşıp kalkmak yerine yemek saatine kadar idare edebilecek erzağınızı yanınıza alabilirsiniz böylece.

Çocuk büfesinde glutensiz ekmek ve haşlanmış mevsim sebzeleri her öğlen ve akşam menüsünde bulunuyordu. Ayrıca büfe oldukça temizdi de. Dikkatimi çeken bir başka konu da tuvaletlerin yanında bulunan bebek bakım odalarındaki sterilizatör makineleri oldu. Biz biberonla mama dönemini kapayalı çok oldu ancak bebekli aileler için çok güzel düşünülmüş bir hizmet.

Bunun dışında çok çok güler yüzlü ve yardımsever personeller var. Ne isterseniz anında çözüm üretip yardımcı oluyorlar. Gözüme çarpan tek asık suratlı personel, sadece akşamları açılan dondurma köşesindeki en çok sıraya sahip ve çocuk müşteriye hizmet veren dondurmacıydıJ

Lykia Liberty Hotel bol yokuşlu bir tesis. Bizim gibi iki pusetli iseniz epey yorucu. Mesafeler de uzak olduğu için günlük 10.000 adımımızı da rahatlıkla tamamlıyorduk. Bu arada yanınıza puset almak istemezseniz otel size elinde kalmış ise puset tesis edebiliyor ancak önceden arasanız bile size ayırmıyor. Bayram yoğunluğunu düşünerek gidip de bulamayız diyerek biz pusetimizi yanımıza almıştık.

Herkese kolay ve keyifli tatiller dilerim.

Sendi Allovi Muraben

Çocuğun Sanat Eğitimi

Çocuklar büyürken genetik faktörler mi daha baskın yoksa çevresel etkenler mi? Yıllardır tartışılan bu sorunun halen net bir cevabı olmasa da genler ve çevre birbirinden bağımsız düşünülemez.

Çocuğun Gelişiminde Arkadaşın Önemi

Bence sosyal çevrenin etkileri, çocuklar büyüdükçe kendini daha çok göstermeye başlıyor. Anne veya bakım verenden ayrışmanın en belirgin olduğu anaokulu ve ilkokul yılları, sosyal çevrenin de çocuk üzerinde etkisini iyiden iyiye hissettirdiği bir dönem. “Çevrenizdeki en yakın 5 insanın ortalaması kadarsınız” lafına çok inanıyorum. Bu yüzden özellikle çocuklukta arkadaş çevresi çok önemli. Arkadaş çevresini de öncelikle hangi okulda okudukları ve nerede oturduğunuz belirliyor.

Yetenek gelişiminde çevrenin önemi

Kızım Derin bu yıl 6 yaşına girdi. Her zaman sanatsal faaliyetlere, masa başı aktivitelere, kesip, biçip, boyamaya meraklı bir çocuktu. Ancak onun sanata olan ilgisini anaokulu öğretmenlerinin de gözlemleriyle iyice fark ettik. Evet sanata meyilli bir çocuktu ancak başta anneannesi ressam olmasa, sonra da gittiği okul bu kadar desteklemese bunu fark eder miydik bilmiyorum.

Ailecek Gezimiz

Yetenek gelişiminde ailenin önemi

Yıl boyunca her ay, farklı bir ülke ve sanatçıyı işlediler. Derin’in sanata ve resme olan yakınlığını fark ettikçe, biz de destekledik ve kısa zamanda ev sanat kitapları ile dolup taştı. Dünya sanatçılarını okuduk, eserlerini inceledik, biz de onunla birlikte yeniden öğrendik. Öğrendiği yerli/yabancı sanatçıları bize hep büyük bir ilgi ve hayranlıkla anlattı ve Gaudi ile Van Gogh’un yaşadığı yerleri görmek istediğini söyleyip durdu. Babası ile bayram tatili için bir gezi planı yaptık. Tam anlamıyla bir sanat turu idi. Önce Barcelona’ya gidip, Gaudi, Picasso ve Dali’nin müze ve evlerini gezecek, ardından Fransa’ya geçerek, Van Gogh’un yaşadığı yerleri keşfedecektik. Biraz iddialı bir programdı. 6 yaşındaki bir çocuk için fazla ağır olduğunu, anne/babası olarak bir hevesle gaza geldiğimizi düşündüm. Ancak Derin beni utandırdı. Tüm gezi boyunca her bir müzeyi merakla inceleyip, sorular sordu. Benden daha çok ilgilendi diyebilirim. Dali’nin karısına aşkını, Van Gogh’un bir hastane odasında tek başına neler düşünmüş olabileceğini konuştuk. Elbette yoruldu, zaman zaman sıkıldı, huysuzlandı. Ancak hangimiz yapmıyoruz ki?

Sanat Gezimizden Bir Kare

Sanatta Başarılı Olan Çocuk

Yakın zamanda tanıştığım, Dünyanın En İyi Öğretmeni seçilen Andria Zafirakou, “Aileler çocukları hep matematikte, fizikte başarılı olsun istiyor. Ama şunun farkında değiller ki, sanatla ilgilenen ve sanatta başarılı olan çocuk, her şeyde başarılı olur!” demişti. Sanat, farklılıklara saygı göstermek, görünenin ötesini görmek, hayal etmek, hoşgörülü olmak için harikulade bir araç. Yaratıcılığı geliştiriyor, dünyanın aslında ne kadar büyük olduğunu, düşünmenin, öğrenmenin sonu olmadığını fark ettiriyor. Ruhu dinlendiriyor, ifadeyi güçlendiriyor. Sanatı küçümsemeyip, çocuklarımızı erken yaşta daha çok sanatsal aktivite ile buluşturmalıyız.

Sayesinde yaptığımız bu gezi sonrası, çevresel etkenlerin çocuk gelişimindeki önemini tekrar düşündüm. Geniş ailenin, arkadaşların, okulun çocuğun gelişimini hangi alanlarda desteklediği çok önemli. Bazen bu sayede çocuğunuzu daha iyi tanıyor ve hangi alanlara ilgili ve hangi alanlarda yetenekli olduğunu keşfedebiliyorsunuz. Bu da özellikle kişiliğin kemikleştiği ve meslek seçiminin yapıldığı ergenlik dönemi için büyük avantaj!

Unutmayın; sanatta başarılı olan çocuk, her şeyde başarılı olur!

Zeynep İSMAN