Çocuğun bir yakınının özellikle ebeveynlerinden birinin ölümü çocuk için sadece günlük ihtiyaçlarını karşılayan birinin kaybı değildir. Onu koruyan, kollayan, ayaklarını güvenle yere basmasını sağlayan, sırtını dayayabileceği kişinin ya da kişilerin artık olmayışıdır. Ve bütün bunlara bağlı olarak alıştığı düzenin, yaşamın dengesinin bozulması, alt üst olmasıdır. Çocuklar alıştıkları düzenin bozulmasına çok çabuk tepki verirler; odalarındaki en ufak bir değişiklik bile onları huzursuz edebilirken, böylesi bir değişikliğin çocuğun düşünceleri ve buna bağlı olarak duyguları ve davranışları üzerindeki etkisi büyüktür.
Çocuğun ölüm kavramını algılayışı ve verdiği tepkiler, kişiliğine, yaşına, gelişim düzeyine, ölen ebeveynle ilişkisine ve ailenin tepkisine göre farklılıklar gösterir. Tabiki çocuğun daha önce ölümü tecrübe edip etmemiş olması da vereceği tepkileri etkiler. Köpeğini kaybetmiş bir çocuk için bile bu yaşanması gereken bir yas sürecidir. Böyle bir deneyim yaşamış olması çevresindeki bir bireyin ölümünü anlamasını ve kabullenmesini kolaylaştırabilir. Ancak tabiki çocuğun ölüm kavramını anlayıp bunu yaşamla ilişkilendirebilmesi için zaman, değişim, nedensellik gibi bilişsel kavramları tam anlamıyla biliyor olması gerekir. 0–3 yaş çocuklarında bu kavramlar oluşmadığından bu yaş grubu ölüme ilişkin pek bir şey bilmez. Bu nedenle ölümden sonraki yas dönemi bu yaş grubunda daha rahat atlatılabilir. 3–5 yaş dönemindeki çocuklar içinse ölümü kabullenmek çok zordur. Ölümün geçici olduğunu düşünürler ve ayrılık, uyku gibi kavramlarla karıştırabilirler. Ölen kişinin uykudan uyanacağı ya da geri geleceği beklentisi vardır. Bu sebeple bu yaş grubuna ölüm kavramını açıklarken ayrılma, uyuma gibi ifadeleri kullanmamak gerekir. Bu yaş grubuna özgü bir diğer özellik ise merak duygusudur. Ölenin nereye gittiğini, orada neler yaptığını, ne ile beslendiğini, üşüyüp üşümediğini sorarlar. Bazen aynı soruları yinelerler. 6–11 yaş dönemiyle birlikte zaman kavramını öğrenmiş ve bunu yaşama entegre edebilmiş oldukları için ölümü anlamaları ve ölümün gerçekliğini kabul etmeleri kolaylaşır. ‘Ölmüş insanı bir daha göremeyiz, artık sesini duyamayız’ düşüncesi yavaş yavaş gelişmeye başlar. Okul çağı ile birlikte ölümün üzüntü verdiği, ölüm sonrası yas döneminin oldukça zorlu geçen bir süreç olduğu öğrenilir. 10–11 yaşla beraber ölümün biyolojik bir süreç olduğu kabul edilir. Ancak her çocuğun üzüntüsünü gösterme ve ifade etme şekli ve derecesi birbirinden farklıdır. Yas sürecinin, hayata uyum aşamasının ne kadar olacağı, nasıl yaşanacağı ve ölüme hangi tepkileri vereceği yas ve gelişim özelliklerinin yanı sıra çocuğun kapasitesiyle de alakalıdır.
Ölüm olayı çocuklara açıklandıktan sonra ölen kişi hakkında konuşmayı reddetme, içe kapanma ya da tam tersi aşırı hareketlilik görülebilir. Ölümü kabullendikten sonra yoğun bir suçluluk duygusu yaşayabilirler. Ölümün nedenini sorgularlar ve akıllarına yaptıkları hatalar, yaramazlıklar, saldırgan tutumlar, ölen ebeveynle yaşadıkları diyaloglar gelebilir. Ölümü yaptıklarının cezası olarak değerlendirebilirler. Fakat dikkatli izlendiklerini, dinlendiklerini, sevildiklerini ve güvende olduklarını hissederlerse bu suçluluk duygusundan daha rahat kurtulabilirler. Ayrıca, bu çocuklar ölen ebeveynin gidip onları terk ettiğini de düşünebilir. Terk edilmişlik ve yalnızlık duyguları ağır basar ve yas sürecinde yaşanılan üzüntülerden, yaşamlarındaki değişimlerden ölen kişi sorumlu tutulur. Bu nedenle de ölen kişiye karşı yoğun kızgınlık duygusu beslenebilir. Ancak bazen çocukların ölen değil hayatta kalan ebeveyne kızgın olduğunu görürüz. Bu ise çocuğun hayatta kalan ebeveyni tüm olanlardan sorumlu tutması ile açıklanır. Çocuğa göre hayattaki ebeveyn, ölen ebeveynin gitmesine ve onları terk etmesine izin vermiştir. Bütün bunlar öfke nöbetleri ve saldırgan davranışlarla kendini gösterebilir. Bu davranışlar çocuğun yaşadıklarını, hissettiklerini ifade etmek için bulduğu bir yoldur. Bu nedenle, yas süreci içerisinde çocuğun bu tarz davranışlarını kendine ve başkalarına zarar vermediği sürece göz ardı etmekte fayda vardır.
Ölüm olayı ile beraber çocuğun kaygıları da artabilir. Anne ve babasının varlığında kendini güvende hisseden, ne olursa olsun anne ve babasının her zaman yanında olacağına, onu koruyup kollayacağına inanan çocuklar ebeveyn ölümü ile beraber çevresindeki bireylere hissettikleri güven duygusunu yeniden sorgulamaya başlarlar. İsteklerini geciktirmeden yerine getiren, ihtiyaçlarını karşılamak için daima hazır olan, güvendiği ebeveynlerinden birinin artık olmaması, hayatta kalan ebeveynin de gidebilme ihtimali olduğunu çocuğa hissettirir. Ve çocuk hayatta kalan ebeveyni kaybetme korkuları yaşamaya başlar; ona olan bağımlılığı artar. Bazı çocuklarsa cezalandırılacağı endişesi ile hissettiği duyguları açığa vurmaktan çekinir ve yaşadıkları suçluluk duygusu ve kaybetme korkularıyla tetiklenen gece kabusları yaşayabilirler.
Bütün bunlarla beraber, okula uyumda problem, okula karşı isteksizlik, okul başarısında değişiklikler, uyku ve yeme problemleri gibi fiziksel tepkiler de görülebilir. Ayrıca, çocuğun ölen kişinin konuşmasını, giyinişini ve bazı özelliklerini taklit ettiğini de gözlemleyebiliriz. Bu yaşanılan yas süreci içerisinde normal kabul edilebilecek bir durumdur. Çocuk ölen kişi ile kendini özdeşleştirir ve onunla ilgili aklında kalan, kafasındaki imajı korumaya çalışır.
Kayıp yaşayan çocuğun ne hissettiği; bununla nasıl başa çıkabildiğinden çok, yetişkinlerin çocuğa nasıl yaklaştığı önemlidir. Çocuk sıcak, duyarlı, eleştirilmeyeceği bir ortama, söylediklerinin özenle dinlendiği, davranışlarının dikkatle izlendiği bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Çocuğun ruh sağlığının korunması açısından ebeveynin ve çevresindeki diğer bireylerin tutumları oldukça önemlidir. Her şeyden önemlisi, çocuğa karşı açık ve dürüst olabilmektir.
Ölümü izleyen yas sürecinde yapılması gereken ilk şey ölüm kavramını yaşına uygun ve anlayabileceği bir dille çocuğa ifade etmektir. Bu süreç geciktirilmeden, olabildiğince sakin bir şekilde hayatta kalan ebeveyn tarafından yapılmalıdır. Eğer ölüm çocuktan gizlenirse bu durum çocuğun ölümü yanlış algılamasına neden olur ve çocuğa ölümün gizli, korkutucu, bilinmeyen olduğuna dair bir mesaj gönderilmiş olur. Yani yaşanılanları saklamak yerine çocuğun da bu deneyime ortak olmasına izin verilmelidir. Bir şeyleri gizlemek çocuğu sadece meraklı olmaya iter. Çocuk bu merakını gidermek için sorular sorar; sorduğu sorulara cevap alamaması yaşadığı merakı dindirmez. Sadece bu soruların çevresindeki bireylere sorulmaması gerektiğine dair bir algısı oluşur ve başka yollardan merakını dindirmek için cevaplar aramaya başlar. O zaman da hatalı, gerçeklikten uzak bilgilere ulaşabilir; bir ölüm korkusu geliştirebilir. Bu nedenle ölüm olayı hiçbir koşulda saklanmamalı; çocuğun yaşı, gelişim özellikleri, kişilik yapısı göz önünde bulundurularak çocuğun cenaze törenlerine katılması; mezar ziyaretleri yapması sağlanmalıdır. Ancak eğer çocuk bunu yapmak istemiyorsa ısrarcı olunmamalıdır. Kendisi hazır olduğunda bunu zaten kendiliğinden isteyecektir.
Bunun dışında onu dinlemek; kendini ve duygularını ifade etmesine imkan tanımak gerekir. Girdiği her ortamda (okul, ev, v.s.) bu sağlanmalı; çevresindeki yetişkinler ve okuldaki öğretmenler tarafından duygu ifadesine teşvik edilmelidir. Yetişkinlerin ve özellikle aile bireylerinin, duygularını dürüstçe ve çocukların anlayabileceği açıklıkta ifade edebilmeleri, çocuğun da duygularını rahatlıkla ifade edebilmesine izin veren bir ortam yaratmaları gereklidir. Ancak bu şekilde çocuğa model olunabilir. Birçok kişi aman çocuğumuz üzülmesin; ağlamasın; yaşanılanlar aklına gelmesin diye olayları konuşmaktan kaçınır; sanki böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi bir tavır içerisinde olur. Oysaki yaşanılan duyguların dışarıya yansıtılamaması ileriye dönük daha ciddi problemlerin sebeplerinden biri olabilir. Yaşanılan olaylar; o anda aklımızdan geçen düşünceler, hissedilen üzüntü, yalnızlık, kızgınlık, suçluluk duyguları, geçmişte paylaşılan mutlu anlar ve gelecek için düşünülen planlar üzerinde konuşmak tüm aile bireyleri açısından yaşanılan süreci kolaylaştırır. Böyle bir yaklaşım içerisinde olunduğunda çocuk farklı hissetmeye başlar; daha az acı hisseder; ölen ebeveyne duyduğu öfke azalır; ölen kişiye karşı daha olumlu duygular hissetmeye başlar; güzel anılar canlanır; çocuğun kendine güveni ve saygısında artış görülür.
Çocuğun ebeveynin ölümünden sonra kendini ve duygularını rahatça ifade edebilmesi yaşayacağı yeni hayatına uyumu kolaylaştırır. Çocuğun tam olarak hayata adapte olabilmesi 18 ile 24 ay arasında değişebilir. Bu süreç içerisinde çocuğun ölümü yaşamadan önceki alışkanlıklarına, eski günlük düzenine dönmesi uyum sürecini hızlandırır. Yaşanılan kayıptan sonra, bunu çocuğa en doğru biçimde aktarabilmek, çocuğun iç dünyasını anlayabilmek; yaşadıklarıyla daha iyi başa çıkmasını sağlayabilmek ve duygu ifadesini arttırabilmek amacıyla bir uzmandan destek alınmasında fayda vardır.
Özetle;
· Çocuğa olanlarla ilgili doğru bilgiler vermek; kaybı haber vermeyi ertelememek;
· Konuşurken kafa karışıklığına yol açabilecek ifadelerden, soyut açıklamalardan kaçınmak;
· Çocuğun sorduğu tüm soruları defalarca sormuş ve cevabını almış olsa da cevaplandırmaya devam etmek;
· Çocuğun resimler yaparak; oyunlar oynayarak geçmişle ve o anda olanlarla ilgili düşünce ve duygularını ifade etmesine olanak sağlamak;
· Koruma içgüdüsü ile kendi duygularınızı saklamamak;
· Çocuğun cenaze törenine katılmasına izin vererek, kaybettiği kişiye veda edebilmesine destek olmak;
· Ölen kişiyi hatırlatabilecek şeyleri saklamamak; tam tersine eşyalara, albümlere bakmak, mezarlık ziyaretleri yapmak;
· Çocuğun en kısa sürede normal düzenine geçişini, okula devamlılığını sağlamak;
Yas sürecinin sağlıkla atlatılabilmesini kolaylaştırır.
Başarılı bir şekilde güncellendi
Başarılı bir şekilde silindi
İşleminiz gerçekleştirilirken hata oluştu.