Dil-düşünce ilişkisi gelişimine önem veren duayen isimlerden Vygotsky, sosyalleşmenin ve kullanılan dilin düşüncelerimizin üzerinde büyük bir etkisi olduğunu söyler. Ve biz biliriz ki ilk sosyalleştiğimiz yer ailemizdir. Ailemizdeyse bakımverenlerimiz çoğunlukla ebeveynimizdir. Onlar bizi ilk güven ve ilk sevgiyle tanıştıran, ihtiyaçlarımızı karşılayan yanılmaz kahramanlardır çocuk gözümüzde. Bu nedenle sözlerine ve davranışlarına adeta kulak kesilir, onlardan gördüklerimizi, duyduklarımızı zihnimizdeki ilk kütüphane raflarımıza -bazen bilinçli bazense bilinçsizce- dizeriz.
Peki sevgili anne babalar, çocuklarınıza nasıl bir dil kullanıyorsunuz? Hitap biçimleriniz ve yaklaşımlarınız ona benliği ve kendilik algısı konusunda nasıl bir mesaj vermekte?
Son zamanlarda sıkça gözlemlediğimiz yeni bir konu var: Ailedeki Mesaj ve Hitabet Dili. Özellikle erkek çocuklarına yöneltilen paşam, prensim, kahramanım, dünyanın yakışıklısı; özellikle kız çocuklarına sık yöneltilen prensesim, güzeller güzelim, nazlı kızım ve en nihayetinde her ikisine de ortak kullanılan annecim, babacım, aşkım, sevgilim gibi rol karmaşası yaratan kavramlar.
Paşam, prensim, kahramanım, dünyanın yakışıklısı, prensesim, güzeller güzelim, nazlı kızım gibi oldukça ayrıcalıklı, üstünlük belirten hatta kişiye bir takım kavrama özgü kalıp kişilik özelliklerini yükleyen sıfatları sıkça kullandığımızda çocuklar bu sıfatları kendisine yönelik yadsınamaz gerçekler olarak algılarlar. Evet, belki çocuğumuz bizim gözümüzde bir prenstir ve şüphesiz dünyanın en yakışıklısı ve en güzelidir. Fakat hayatının her evresinde karşılaştığı her insan bu durumu böyle kabul edecek midir? İşte bu kavramların sık kullanımı çocukta narsistik-kendini üstün gören bir bakış açısı yaratabilir. Bu durum öncelikle ilk okul deneyimlerinde akranları ve diğer kişilerle sosyalleşirken daha sonraki zaman dilimlerinde de bir partnerleri olduğunda karşılarına bir problem olarak çıkabilmektedir.
Biraz daha açacak olursak ilk ev dışı sosyalleşmelerinde veya ilk okul deneyimlerinde herkesin gözünde evde sıkça anıldığı gibi bir paşa veya bir prenses olmadıklarını görürler. Fakat kendilerini yıllardır bu etiketlerle tanıdıkları için herkesin kendilerine paşa veya prensesliğin getirdiği konfor davranışlarıyla davranmasını, hitap etmesini bekleyebilirler. Çevresindeki herkes ona bu beklentisi doğrultusunda davranmayacağı için de sonunda ilk gerçek dünyalarında birtakım hayal kırıklıkları yaşayabilirler. Kendilerini bütünleştirdikleri bu kalıpları kaybettiklerindeyse aslında kim oldukları, kendilerini etrafa nasıl tanıtacakları ve anne babalarının kendilerine yalan mı söylediğiyle alakalı bir kaygı yaşayabilirler ve ardından çevrelerinde nasıl kabul edilecekleriyle alakalı yeni bir endişe yaşayabilirler.
Bu durum yetişkinlikteki romantik ilişki beklentilerinde de açığa çıkabilmektedir. Yıllar boyu devamlı “prensesim“ diye büyümüş ve kendini prenseslikle ilgili kalıp yargılarla eşleyen bir kadın, yetişkinlikte prensesliğin bilinen kalıp yargılarını (kurtarılmayı bekleme, bireysel problem çözme girişkenliğinde azalma...) ilişkisine taşıyabilir. Fakat karşısındaki kişiler bazen kendisinin bu kalıp yargılarından hoşlanmayabilir. Öte yandan devamlı “paşam“ diye büyümüş bir erkek, çift ilişkilerinde partnerinden kendisine yönelik gerçek bir “paşalık“ hissettirmesini bekleyebilir. Veya çocukluğundaki aslan, kahraman gibi kavramları partnerinden de duymak istediği için bu iki kavramı duymasını sağlayacak abartılı davranışlar gerçekleştirebilir. Öyle ki bu etiketleri duyana kadar bu davranışları abartılı bir biçimde sergileyebilir, duyamadığında hayal kırıklığına uğrayabilir.
Çocuklara “Gelir misin annecim, babacım, aşkım, sevgilim” gibi hitap biçimleriyse çocuklarda bir rol karmaşasına sebep olabilmektedir. Bu durumun en açık kanıtı ise bu kelimeleri çocuklara kullandığımızda onlardan zaman zaman duyduğumuz “Ama ben senin annen, baban değilim ki“ “Ama babama da aşkım diyorsun aşkım ne demek, aşkım kim?“ “Senin sevgilin ben miyim yoksa annem mi“ cümlelerini sık sık duymamızdır. Evet, çocuklara bu tür kavramları kullanmak onlarda kim olduklarına, evdeki rollerine yönelik ciddi karmaşalar yükleyebilmektedir. Unutmayın çocuklar soyut düşünemez oldukça yüzeysel düşünürler. Onlara annecim babacım demek ise çocuk bünyelerine bu rolleri hediye etmek olur. Bununla birlikte çocuk, kendisinden büyük, koruyan, sevgi dolu ve güvenli bir ebeveyn görmek ister. Ancak böyle bir aile ikliminde güvende olduğunu hisseder. Çocuklarımızla aynı rolde olduğumuzu masumane de olsa onlara ifade ettiğimizde strese girebilirler. Sonuçta sizin anneniz, sizin babanız kendisidir. Şimdi ne yapması gerekir?
“Babamız çok sinirli”, “Annemiz çok titiz”, “Kızımın babası” “Oğlumun annesi”, “Ablası ödevimiz var bizim “ gibi ayrışamamış ve eksik kalmış ifadeler de hem çocuklarda hem de çiftte karmaşaya neden olabilir. “Bu ödev sadece bana değil anneme ve babama da ait, öyleyse onlar da sorumlu, tek başıma yapmam, yapamam“ , “Babam, annemin de mi babası?“ karmaşalarını yaşamalarına neden olur. Öte yandan bu tip genelleyici kalıplar çift-eş ilişkilerini de bilinçsizce etkileyecektir. İlişkide partneriniz eşiniz mi yoksa sizin de anneniz veya babanız mı? Öyleyse hemen düzeltelim dilimizi, rolleri ayıralım: Evet kızımın babası ama benim de eşim. Sinirli olan kişi oğlunuzun annesi, sizinse eşiniz.
Genellikle önerilen hitap biçimleri aile içi rolleri “ayrıştıracak′ ifadelerdir. Oğlunuza veya kızınıza “Kızım, oğlum, çocuğum, evladım, kendi ismi... “ gibi gerçekte var olan ve evdeki rolünü gösterecek hitaplar kullanılabilir. “Ama böyle çok soğuk oldu, bu kavramlar benim çocuğuma olan büyük sevgimi ifade etmeme yetmiyor.” dediğinizi duyar gibiyim. Bu durum içinde elbette güzel bir anahtarımız var: Bu sade ve gerçek sözlere eşlik eden davranışlarınız. Çocuklar için davranışlar da sözler kadar önemlidir. Sade bir “evladım “ hitabına eşlik edecek sevgi dolu bir öpücük, anlayışlı kocaman bir gülümseme, sevgi dolu bir bakış, açık- dinleyen bir kulak ve kalp paketi tüm gösterişli sıfatlardan çok daha etkili olacaktır. Çünkü bu birleşim onu olduğu gibi, herhangi bir prens prenses olmadan yalnızca kendi çocuğunuz, kendisi olduğu için sevdiğiniz ve seveceğiniz mesajını verir. Ve zamanla kendi sıfatlarını kendisi oluşturmaya başlar. Ona gerçeği söyleyin. Hatta gerçeğe, eylemlerine düşüncelerine uygun sıfatları uygun gördüğünüzde onu motive edecek şekilde “Güçlü kızım, becerikli oğlum, çalışkan kızım, yardımsever oğlum... “ gibi hayata hazırlayacak hoş sıfatları da uygun gördüğünüzde serpiştirmekte büyük bir sakınca görmüyorum.
Son olarak çocuğunuza -sevgi dolu ve ilgili bir davranışla birlikte- yalnızca ismiyle hitap etmekten korkmayın. Kişi, kendisine ismiyle hitap edildiğinde kendisini özel ve saygın hisseder. Önemli olan sözlerinize eşlik eden davranışlarınız, göz kontağınız, sevgi dolu sesiniz, kocaman gülümsemeniz :) Unutmayın bazı kişiler ismimizi öyle jest ve mimiklerle söyler ki o an ismimizi ve dolayısıyla kendimizi yeniden severiz.
Sözün anlamını, etkisini, gücünü ve yolunu daha derinden görebilmemiz dileğiyle...
Yunus Emre ile ve sevgiyle kalın.
Söz ola kese savaşı
Söz olakestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz.
Başarılı bir şekilde güncellendi
Başarılı bir şekilde silindi
İşleminiz gerçekleştirilirken hata oluştu.