Dünya genelinde ve Türkiye’de başta iklim değişikliğinin etkileri olmak üzere denizler ve okyanuslar ciddi tehditler altında. bunların da başlıca nedeni insanlar… İnsanların aşırı ve bilinçsizce doğayı, doğal kaynakları tüketmesi.
Karada üretilen insan kökenli katı ve sıvı atıklar, dereler, nehirler ve yeraltı sularıyla denizlere taşınıyor. Biz gözle göremesek de deniz ortamındaki atıkların %80 ini insan kökenli karalardan gelen atıklar oluşturuyor. Bu antropojenik etkilerle denizlerimiz her geçen gün biraz daha kirlenmektedir. Genel olarak bakıldığında,
Türkiye denizleri kronik kirlenme etkisi altında. Bu kirlenmede evsel atıklar veya kara kökenli kirlenme önemli bir rol oynuyor. Arıtılmamış atıkların deniz ortamına verilmesi birçok kıyı alanında devam ediyor.
Diğer taraftan, Zehirli-Ağır Metaller: Endüstrinin ürettiği zehirli ve ağır metaller ihtiva eden atık sular yeterince arıtılmadan denizlere ulaşırsa denizleri kirletmeye ve zehirlemeye sebep olur.
Denizlerimiz üzerindeki bir diğer baskı da Küresel İklim Değişikliği. Bildiğiniz gibi küresel iklim değişikliği global bir sorun. Türkiye denizleri de küresel iklim değişikliği nedeniyle hızla ısınmakta ve buna bağlı olarak karakteri değişmektedir. Gemi taşımacılığı için açılan kanallar ve gemilerin denge suları ile birçok egzotik tür denizlerimize girmektedir. Bunlara yabancı istilacı türler diyoruz. Denizlerimizin ısınmasıyla birlikte bu türler kendi yerli türlerimizden daha baskın hale gelerek ekosistem dengesini bozuyor. Şu anda Türkiye denizlerinde 500’den fazla bu şekilde giriş yapmış istilacı tür bulunuyor. Yerli türlerimiz olan lagos, orfoz gibi balıklarımızda av baskısı, kirlilik ve yaşam alanlarının istila edilmesi nedeniyle tehlike altında.
Biz insan kaynaklı etkileri azaltabilirsek, denizlerimizi daha mavi ve daha canlı görebiliriz. Çok şanslıyız ki ülke olarak 3 tarafımız denizlerle kaplı ve 4 adet denizimiz var. Tüm denizlerimiz de halen girilebilecek ve bizlere su sporları, sağlıklı protein kaynağı ve nefes alabileceğimiz şartları sağlayacak durumdalar.
Bu konuda dünden bugüne net bir şey söylemek çok mümkün değil. Müsilaj ile birlikte gündemimize giren Sanayi ve evsel atıkların kontrolü, arıtma tesislerinin doğru ve sürekli çalıştırılması, deniz deşarjlarının azaltılması veya alternatif atık su yönetimlerinin geliştirilmesi gibi konularda önlemler alınmadıkça ve toplumumuz bu konuda farkındalığını arttırmadıkça her geçen gün daha kirli denizler ve su kaynakları, zarar görmüş ekosistemlerle karşı karşıya kalacağız.
Tabi ki çok olumsuz bir tablo çizmek istemeyiz, farkındalık konusunda derneğimizde dahil olmak üzere önemli çalışmalar, projeler üretiliyor. Ama her şeyin başında yapmamız gereken şey, günlük bireysel davranışlarımızda, tüketim alışkanlıklarımızda ufak değişimiler yaparak, çok büyük bir faydanın ve çevreyle dost yaşarsak daha sürdürülebilir bir dünya da yaşayabileceğimizin farkında olmak. Biz değişirsek ve iyileşirse, dünyamız, denizlerimiz, ekosistemimiz de iyileşir.
Deniz kirliliği hem dünyanın hem de ülkemizin en önemli problemlerinden birisidir. Tüm canlılara büyük zararı bulunan deniz kirliliğinin önüne geçmek için bir an önce önlemlerimiz almamız gerekmektedir. Denizlerdeki başlıca kirleticiler;
Evsel ve endüstriyel atıklar, Kimyasal atıklar, Petrol, Ağır metaller, Tarımsal kirlilik, Kıyılarda çarpık kentleşme, Küresel ısınmanın denizlere etkisi, Bilinçsiz avlanma, Hava kökenli kirleticiler, Sel baskınları sonucu oluşan kirlilik.
Evsel Atıklar: Evde artık kullanılmayan ya da çöp durumunda olan her türlü maddeye evsel atık denir. Evsel kullanımdan kaynaklanan atık sular, atık yağlar, kâğıt, poşet, pil, şişe, kutu ve plastikler bu atıkların en önemli kısmını oluşturmaktadır.
Endüstriyel Kirlilik: Çevreye duyarsız kurum ve kuruşlardan (bazı sanayi tesisleri ve fabrikalardan) kaynaklanan endüstriyel atıklarla oluşan kirlenmedir.
Ağır Metal, Petrol, Atık Yağ: Deniz kazaları sırasında denize yayılan petrol ve ağır metaller kimyasal veya zehirli madde olduklarından deniz suyunu kirletir ve deniz canlılarına zarar verir. Bunun yanı sıra, denizde oluşan petrol tabakası güneş enerjisinin denize ulaşmasını engelleyerek fotosentez ile oksijen açığa çıkaran plankton ve deniz çayırlarına da ulaşmasını engellemiş olmaktadır. Diğer kirleticiler ise;
Tarımsal Kirlilik: Azot ve fosfor gibi besin maddelerinin sucul ekosistemlerde aşırı artışıyla sudaki çözünmüş oksijen miktarı azalır.
Termal Kirlilik: Deniz suyunun sıcaklığını değiştiren bir olay sonucunda, su kalitesinin bozulmasıdır. Termal kirliliğin en önemli nedeni, fabrikalar ve elektrik santrallerinde kullanılan soğutucu sulardır. Su, soğutucu olarak kullanıldığında doğal çevreye ve bazen de doğrudan denizlere yüksek sıcaklıklarda geri döner. Bu sıcaklık değişimi denizlerdeki oksijen miktarını düşürür ve ekosistemin yapısını etkiler
Aşırı ve Yasal Olmayan Avcılık: Bir balık türü avlanmadan önce, en az bir yumurtlama dönemini tamamlamalıdır. Bu nedenle yasal minimum av boylarına uyulmalıdır. Balıkların üreme dönemi çoğunlukla yaz aylarıdır. Bilim insanları tarafından yapılan çalışmalara göre, son 20 yılda dünya genelinde, atık haline gelen bu deniz canlılarının yıllık ortalama 7,3 milyon ton olduğu belirlenmiştir.
Dünyada her yıl 10 milyon atık denizlere dökülüyor. 1 litre atık yağ, 1 milyon litre suyu kullanılamaz, 5 milyon litre içme suyunu içilemez hale getiriyor. 1 cm3 petrol türevi
40.000 litre deniz suyundaki oksijeni yok ediyor. Petrol türevleri ve ağır metaller, midye, karides, ıstakoz ve yengeçte daha fazla olmak üzere tüm balıklarda birikiyor. Lavaboya dökülen atık yağlar, kanal borularına yapışarak tıkanmasına neden oluyor. Çöpe dökülen atık yağlar, çöp depolama alanında sık sık yangın çıkmasına sebep oluyor.
Denizlerin temiz kalması ve yeni atıkların oluşmaması için insanlara eğitim verilmeli ve bilinçlendirilmelidir. Denizlere atıkların atılmaması da vatandaşların üzerine düşen sorumluluklarından birisidir.
Dünyada her yıl denizlere karışan plastiğin yaklaşık 12 milyon ton olduğu hesap edilmektedir. 1950’lerde keşfedilen plastikten yapılmış ilk ürün bugün hala doğada.
Doğada ve denizlerde çözülmesi 450 yıl süren plastikler aslında asla tam olarak yok olmuyor. Gözle bile zor görülebilen minik parçacıklara ayrılarak yediğimiz yemekten, içtiğimiz suya hatta soluduğumuz havaya bile karışıyor.
Denizlerdeki atıkların yüzde 75’ini plastikler oluşturuyor. Her yıl binlerce deniz canlısının ölümüne neden olan plastikler oksijen kaynağı denizlerin nefesini tüketiyor. Çünkü aldığımız iki nefesten birini denizlerimiz sağlıyor. Her yıl 100.000’den fazla deniz canlısı plastikler sebebiyle ölüyor.
Hemen harekete geçilmezse uzmanlar 2050 yılında denizlerde balıktan çok plastiğe rastlanacağını belirtiyor. Bunlara en önemli örneklerden biri ise 7. kıta. pasifik okyanusunda bulunan 7. kıtanın %99,9 unu plastik atıklar oluşturuyor. OECD raporuna göre dünya üzerinde üretilen plastiklerin sadece %9 u geri dönüştürülüyor. bu oran tüketim miktarları düşünüldüğünde maalesef çok düşük. Tek kullanımlık plastikler, plastik atıkların başında geliyor. Avrupa birliği ülkeleri ve Hindistan’da tek kullanımlık plastiklerin kullanımı yasaklandı ve diğer ülkelerde de bu konuda aksiyonlar alınmaya başladı. bizlerde günlük hayatımızda tek kullanımlık plastik kullanımı yerine uzun ömürlü ve çok kez kullanılabilen ürünleri tercih edersek. Denizlerimiz için en önemli tehditlerden biri olan plastik kirliliğinin azaltılmasında önemli rol oynamış oluruz.
Müsilajın oluşumuna gelecek olursak Bilim insanları müsilajın sebebini genellikle üç başlık altında topluyorlar. Uzun süreçte oluşan kirlilik yükü, Marmara Denizi’nin kendine özgü durağan yapısı ve iklim krizi sebebiyle artan deniz suyu sıcaklıkları. Bunu biraz açmak gerekirse…
Marmara Denizi çevresi uzun yıllardır ülkemizin en büyük nüfus yoğunluğuna sahip. Bugün bu sayı 25 milyona ulaşmış durumda. Bu yoğunlukta bir nüfustan bahsediyorsak endüstriyel, tarımsal ve günlük faaliyetlerden de bahsetmeliyiz. İşte bunlar Marmara Denizi’ni doğrudan ya da dolaylı olarak etkiliyor. Marmara Denizi zaten çevresel açıdan kendini yenileme kapasitesi oldukça düşük. Ben bunu dev bir havuza benzetiyorum. Durağan yapıdaki Marmara Denizi özellikle Körfez Bölgeleri’nde bu kirliliği yoğun olarak hissediyor. Arıtma tesislerinin kapasite ve teknik donanım yetersizlikleri sebebiyle endüstriyel atık suların Marmara Denizi’ne deşarjı, yoğun organik birikime sebep oluyor. Uzun yıllardan sonra bu birikim artı yüksek sıcaklık artışı ve üzerine durağan yapı hepsi birleşince karşımıza müsilaj çıkıyor. Besin elementi yani organik kirlilik nerede fazlaysa müsilaj da o bölgede fazlaca görülüyor. Yine tarımda kullanılan gübre ve yanlış ilaçlamalar da Marmara Denizi’ne önemli zararlar vermiş ve bu da organik kirliliği artırmış durumda.
İklim krizinin en önemli sonuçlarından biri deniz suyu sıcaklıklarının beklenenden fazla artışı. 2021 yılında Marmara Denizi sıcaklığı 40 yıllık ortalama sıcaklığının
2,5°C üzerinde ölçülmüş. Bu ne demek? Deniz içerisinde bulunan canlıların olağan üreme sayılarının üzerine çıkması demek. Yani bu durum deniz içerisindeki bakteri ve fitoplanktonun yoğun olarak üremesine ve dolayısıyla müsilaj oluşmasına yol açıyor.
Genel olarak müsilajın etkilerine değinmek gerekirse;
Özetlemek gerekirse, Marmara Denizi’nde kirlilik yükünü artıran birtakım altyapı sorunları, regülasyonların tam olarak uygulanamaması gibi problemler var. Ancak toplum olarak ‘’kirletmemeyi’’ henüz bir davranış biçimine dönüştürememiş olmamızın da burada çok önemli bir unsur olduğunu düşünüyorum. TURMEPA da müsilaj ve biraz önce saydığım felaketlerin yaşanmaması için kurulmuş bir dernek.
Biraz önce de bahsettiğimiz müsilajın nedenleri olan başta atıkların ve deniz deşarjlar kontrol altına alınmadıkça ve bu konudaki regülasyonlara uyulmadıkça müsilaj hayatımızda olmaya devam edecek. Bu yaz müsilajı yüzeyde görmedik, bu bizim içimize su serpti fakat yüzeyde görülmese de Marmara Denizi’nde müsilajın etkisi devam ediyor. Marmara Denizi’nin dibinde yaşayan birçok canlı müsilaj tabakası altında kalarak, anoksik ortamda yaşamlarını kaybetti. özellikle algler, süngerler, mercanlar, midyeler gibi dibe bağlı yaşayan türlerde ciddi problemler var. Son yapılan araştırmalar çift yönlü akıntı sistemi ve buna bağlı olarak oluşan tabakalaşma ile dip suyunda sirkülasyonun minimumda olduğu Marmara Denizinin alt tabakasındaki sularında canlı yaşamı için 2 miligram olması gereken oksijen miktarı sıfır miligram olduğunu gösterdi. Bu da Marmara Denizi’ni koruyamazsak oldukça hızlı bir şekilde Karadeniz gibi belli bir derinlikten sonra canlılığın son bulabileceğini gösteriyor.
Marmara Denizi’nde yapılan son çalışmalarda uzmanlar tarafından yüzeyde müsilaja rastlanmadığı belirtiliyor. Yetkililerden aksi bir açıklama gelmediği sürece denize girilmesiyle ilgili bir engel olmayacağını düşünüyorum. Bununla ilgili olarak bize gelen aksi bir bilgi bulunmamaktadır.
Küresel iklim değişikliğine değinecek olursak, insan nüfusunun düzenli artışı ve buna bağlı olarak beslenme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşan bir sanayi ve endüstrileşme, aşırı üretim ve doğal kaynakların tüketilmesi ile oluşan karbon salımı, çarpık kentleşme artan yapılaşma, yeşil alanların yok olması, karbon emisyonlarının artması ve dünya üzerindeki sera gazı dengesinin bozularak, gezegenimizin ısınması. Yani kısaca, ilk olarak insanların çeşitli faaliyetleri sonucunda CO² artar, ardından bunun doğal sonucu olarak sıcaklıklar yükselir.
Gezegenimizin büyük bir kısmını oluşturan ve çok sayıda türün yaşadığı okyanus ve denizler, küresel ısınmadan en fazla etkilenen yerlerdir. Son 50 yılda Dünya′da meydana gelen ısınmanın %90′ından fazlası okyanuslarda meydana geldi" Hassas bir denge üzerine kurulan deniz yaşamı bu durumdan hızlıca etkilenerek tahrip olmaktadır. Göllerdeki ve iç sulardaki tehdit de giderek artmaktadır. Suya olan gereksinimin hemen her alanda artması; tarımsal sulamanın yaygınlaşması ve ilkel koşullarda yapılması, kirlilik ve yaşanan kuraklık sorunları, özellikle göller üzerinde büyük olumsuzluklar oluşturmaktadır. Son yıllarda çok sayıda göl tamamen kururken, hassas bölgelerdeki önemli ve büyük göllerin alanları da giderek daralmaktadır. Yağışlarda yaşanan keskin artış ya da azalmalar çevresel koşullarda önemli değişimlere yol açarken, ekosistem olumsuz etkilenmekte, bazı türler yok olmaya başlamakta ve küresel göçler gözlenmektedir. Bu sürecin en önemli sonuçlarından biri olan buzullardaki erime ise, deniz seviyesinde yükselme, bazı ada ve kıyıların su altında kalması, kıyı ekosisteminin bozulması ve bazı tropikal hastalıklarda artışlara yol açmaktır.
1900′lü yılların başından beri dünyadaki ormanların yüzde 50′si yok oldu. Son 50 yılda hem karasal türlerin hem de deniz türlerinin popülasyonlarında yüzde 36 azalma görüldü. Karasal alanların yüzde 75′i insanlar tarafından değiştirilerek doğallığını kaybetti. Deniz alanlarının yüzde 60′ından fazlası ise yoğun insan etkisi altında.
“1 milyon tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yeryüzünde insanın var olduğu zaman diliminde ilk defa bu kadar çok tür yok olma tehlikesi yaşıyor.
Türkiye, Akdeniz Havzası’nda yer alıyor ve bu nedenle iklim değişikliğinden, kuraklıkların artması yönünde etkileneceği ön görülüyor.
Akdeniz Havzası’nda sıcaklıkların 20-50 yıl içinde ortalama 2 derece artması bekleniyor.
IPCC 6. Değerlendirme Raporunda hali hazırda sıcaklıkların 1,1 derece arttığına dikkat çekiyor ve bu şekilde devam edersek gezegenin yirmi yıl içinde 1.5 derecelik kritik eşiğe ulaşacağını belirtiyor. Bilimsel veriler ayrıca mevcut emisyonların, dünyayı yaklaşık 2.3 ila 2,7 derece ısınma rotasına soktuğunu gösteriyor.
Tabi ki bildiğimiz üzere her şeyin başı eğitim. Denizleri korumak konusunda da öncelikle farkındalığın artması gerekiyor. Bu konuda ev içerisinde ve çevremizde yapacağımız çevreyle ilgili doğru davranışlarla çocuklarımıza örnek oluşturabiliriz. Örneğin piknik yaptığımızda tek kullanımlık malzemelerden uzak durmak, çöplerimizi doğada bırakmamak gibi basit davranışlarla çocuklarımıza örnek oluşturabiliriz. Böylece çocuklar da bu davranışları yaşayarak öğrenecek ve içselleştirecekler. TURMEPA’nın EBA’da ve YouTube’da çeşitli animasyon ve videoları denizler ve onları korumanın önemi hakkında faydalı bilgiler paylaşıyor.
Doğal kaynaklarımız, dünya nüfusunun artması ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi nedeni ile her geçen gün azalmaktadır. Bu nedenle malzeme tüketimini azaltmak, değerlendirilebilir nitelikli atıkları geri dönüştürmek sureti ile doğal kaynakların verimli olarak kullanılması gerekmektedir. Ormanlar, su, petrol vb. doğal kaynaklarımızın üretim sürecinde kullanılması sonucu, cam, metal, plastik ve kağıt/karton ambalajlar elde edilmektedir. Piyasaya sürülen ambalajların atık haline geldikten sonra, türlerine göre ayrılıp geri dönüşüm sanayisine sevk edilmesi sonucu, geri dönüştürülmüş malzemeler çeşitli ürünlerin üretim aşamasında ikincil hammadde olarak kullanılmaktadır. Böylece doğal kaynaklarımız daha az kullanılarak, doğaya katkı sağlanmış olmaktadır. Örneğin; 1 ton kağıdın geri dönüşüme katılması sonucu 17 ağacın kesilmesi önlenmektedir. Plastik ambalaj atıklarının geri kazanılması sonucu ise petrolden tasarruf sağlanabilmektedir. Dönüşen her ton cam için, 100 litre petrol tasarrufu sağlanır.
Sıfır Atık ‘’geri dönüşüm’’ anlamına gelmez. İlk olarak atık oluşumunu önleme prensibiyle başlar. Günümüzde atıkların tamamını önlemenin mümkün olmayacağı bilinmektedir. Bunun için olabilecek en az atığı çıkarmaya çaba harcanmalıdır. Sıfır Atık felsefesi en az atık oluşturma temeline dayanmaktadır. Atıkların azaltamadığı durumlarda “ileri dönüşüm’’ denilen, atığın kimyasal yapısını değiştirmeden, farklı bir amaçla kullanılması hedeflenmektedir. Bir yoğurt kabını saksı olarak kullanmak buna örnek olarak verilebilir. Geri dönüşüm bu piramidin ancak dördüncü sırasında bulunur. Atıkları kaynağında ayrı toplayarak geri dönüşüme kazandırmak hem çevreye hem de ülke ekonomisine çok büyük getiriler sağlar. Geri dönüşemeyen ancak yakılabilen atıklar geri kazanım tesislerinde enerjiye çevrilebilmektedir. Bunların hiçbiri başarılamadığında atığı bertaraf etmek gerekir. Soldaki piramitte atıkların nasıl önlenip, azaltılıp yeniden kullanacağı detaylandırılmıştır. Atık oluşturmamak için mevcut ürünleri tamir ederek ya da farklı bir amaçla kullanmak çevreci bir harekettir. Geçici olarak ihtiyacımız olan ürünleri satın almak yerine çevreden ödünç alıp, kullanıp teslim etmek önemli miktarda atık azaltımı sağlayacaktır. Bunlar gerçekleştirilemiyorsa en son çare satın almaktır. Satın almak = atık oluşturmaktır.
Turmepa’ya bu keyifli canlı yayın için teşekkür ederiz.
Başarılı bir şekilde güncellendi
Başarılı bir şekilde silindi
İşleminiz gerçekleştirilirken hata oluştu.