Burada şu mesajı verir:
Anneliğin önünde kadın olmak, kadın olmanın önünde insan olmak vardır.
Baba olmanın önünde erkek olmak, erkek olmanın önünde insan olmak vardır.
Yani biçilen rollerden ve cinsiyetlerimizin farkından önce hepimizin insan oluşu. Korkan, acıkan, üşüyen, seven, hayal eden, çabalayan, düşünen, hisseden bir insan. Yalnızca bir insan.
Çocuklarda cinsiyet ayrımcılığı etkilerine geçmeden önce hepimizin şunu düşünmesini rica edeceğim:
Eğer anne veya baba iseniz başkalarına baktığınızda ilk ne görüyorsanız, bireye neye göre saygı duyuyor ve onu neye göre seviyorsanız, neye göre tavır alıyorsanız yüksek ihtimalle kendi çocuğunuza baktığınızda da aynı noktalara odaklanırsınız. Karar vermeye çalışan bir yetişkine baktığınızda ‘’kadınlar karar veremezler, kararsızdırlar.’’ diye düşünürseniz muhtemelen kendi kız çocuğunuzun da kendi kararlarını vermesini desteklemez, geliştirmez, olası kararlarını söndürme yoluna gidersiniz. Oysa karar verme mekanizmasını elinden alarak yetiştirdiğimiz kız çocukları gelecekte hayatla mücadele etmekte çok zorlanacak, başkalarının kendileri hakkında verdiği olası zararlı kararlara uyum gösterebilecektir. Bilirsiniz hayatta iyi insanlar kadar iyi olmayan insanlarda mevcuttur. Duygusal zorlanma sonucu ağlamak üzere olan bir erkeğe baktığınızda’ ’Aaa erkek adam ağlar mı?’’ diye düşündüğünüz noktada yüksek ihtimalle erkek çocuğunuzu da duygularını bastırmaya, söndürmeye, zorlamaya yönelik yetiştirebilirsiniz. Oysa duygularını sıkı sıkıya bastırmak ve yaşayamamak bir insan için ne kadar da acı verici ve öfke doğurucudur! Davranışlarımız insanı algılayış şeklimize göre değişir. Dolayısıyla bakış açınız, tutumlarınız sizi model alan çocuklara rahatlıkla geçer. Arkadaşlarına ve çevresine bu öğrendiği kalıplarla yaklaşır. Çünkü en güvendiği yetişkinler olan ailesinden böyle öğrenmiştir. Özetle cinsiyet noktasında erkeklere baktığınızda orantısız bir güç görürseniz erkek çocuklarınızı kendi gerçeğiniz olan bu yönde besleyebilirsiniz. Kadınlara baktığınızda büyük bir kırılganlık görürseniz kız çocuklarınızın bazen öfkelenmesini, güçlenmesini istemeyebilir, çocukta ekstra kırılganlık besleyebilirsiniz. Oysa bir cinsiyeti kontrolsüz güç ile duygularını bastırmaya zorlayarak büyütürken diğer bir cinsiyeti fazlasıyla büyük bir kırılganlıkla büyütürsek neyi beslemiş oluruz?
Hamilelik döneminde anne duyguları bebekle temas halindedir. Bilinen araştırmalara göre hamile annenin hissettiği sevgi, güven, stres, huzur, öfke gibi duygular bebeğe geçip onu etkilemektedir. İstenmemişlik duygusu da bebeğe geçer. Anne bebeğinin kız olmasını ister ancak bebek erkektir. Baba erkek çocuğu olmasını ister ancak bebek kızdır. Bu olumsuz duygular bebeğe geçer. Çünkü düşünce sistemimiz biz büyüdükçe gelişir. Ancak bebeklikte bu sistem çok gelişmiş olmadığından bebek büyük bir hissetme mekanizması ile hayata tutunur. Sevgi ve güven alıcıları oldukça açıktır. Bebek dünyaya geldiği andan itibaren ne kadar sevildiğini ve ne kadar güvende olduğunu hisseder. İstemediğiniz bir cinsiyete sahip olan bir bebek dünyaya geldiğinde onu kucağınıza alışınızdan, bakışınız ve dokunuşunuzdan etkilenir. İstenmeme duygusu yetişkinler için dahi bu kadar ağırken bebekler için çok daha sarsıcıdır
Hepimiz dünyaya bireysel ve kendimize özgü özelliklerle geliriz. Duygularımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın yeteneklerimizin, ilgilerimizin ve dahasının toplamı bizi oluşturur. İşte bu yüzden tekizdir. Bir başkasına bazı noktalarda yalnızca benzeyebiliriz. O olamayız. Çünkü her birimiz bir sürü özelliğin toplamı olduğumuzdan biriciğiz. Toplumda kız çocukları daha çekingen, sessiz, uysal ve ekstra kırılgan tanımlanırken erkek çocukları çok güçlü, atılgan, kararlı, iradeli, mantıklı vb. tanımlanır. Bireysel özellikleri daha göz ardı edilir. Halbuki kız çocukları sezgisel değil çok mantıklı olabilir. Erkek çocukları pratik değil daha hisli olabilir. Mantığını oldukça pratik kullanabilen potansiyeldeki bir kız çocuğunun bu yönünü bastırıp duygu dolu olma rolünü yüklersek ne olur? Hislerini, duygularını bir şair edasıyla zengince ifade edebilecek nitelikte bir çocuğun bu yönünü törpüleyip pratik ve mekanik olmalısın diye zorladığımızda ona nasıl bir yük yükleriz? Kız çocukları utangaç değil daha sosyal olabilir, erkek çocukları daha atılgan değil daha çekingen olabilir. Kız çocukları başarılı bir mühendis kabiliyetinde olabilir, erkek çocukları muhteşem aşçıların kabiliyetinde olabilir. Eğer tüm bunları bastırıp çocukları belirli sert kalıplara zorlarsak ne yapmış oluruz: bir insanı kendinden çalmış, uçan kuşu yüzdürmeye, yüzen balığı uçmaya zorlamış, taşımakta zorlanacağı yükleri yüklemiş oluruz. Erkek çocuklarını duygularını bastıran, çok güçlü, öfkesi ve sınırsız özgürlüğü desteklenen, sert, ağlamayan pratik kayalar olarak yetiştirirken kız çocuklarını; çok utangaç, sessiz, uyumlu, duygularında savrulurken pratik mantığını bastırmış olarak yetiştirirsek toplumdaki terazinin kefelerini nasıl etkilemiş oluruz? Çocukları yetiştirirken toplumdaki keskin pembe-mavi ayrımından önce renkleri sarı, beyaz ve yeşil gibi ortak görelim. Bebeklerimizin, çocuklarımızın, sevdiklerimizin cinsiyetlerinden beklenen tüm sert ve keskin kalıplardan önce sadece bir insan olduğunu ve kendine, özüne ne kadar yaklaşırsa hayattan o kadar mutluluk alacağını unutmayalım. Carl Rogers’ın sözüyle sonlandırmak isterim: Gerçek benlik olduğumuz kimliktir. İdeal benlik ise olmak istediğimiz kimliktir. Bu iki benliğimiz arasındaki fark ne kadar açıksa kişi o kadar zorlanır ve mutsuz olur. İkisi birbirine ne kadar yaklaşırsa mutluluk ve tatmin o kadar artar. Kendini seven, kendini beslemiş, kendiyle barışık, kendini olduğu gibi tanımış, kendini aramış, kendine ulaşmış ve kendini yaşayan huzurlu insanlarla dolu bir toplum diliyorum. Her çocuğun ideal benliği ile gerçek benliğini birbirine yaklaştıran aileler diliyorum.
Başarılı bir şekilde güncellendi
Başarılı bir şekilde silindi
İşleminiz gerçekleştirilirken hata oluştu.